Ömer Türker’in “Anlamı Tamamlamak” adlı kitabının(Ketebe Yay. 2.Baskı Ekim 2021) birkaç yerinden alıntılar
“Platon, Aristoteles, Ebû’l-Hüzeyl el-Allâf, Ebu Hâşim-el-Cübbâî, Fârabi, Cuveyni ve İbn Sîna gibi metafizikçi düşünürler kadim çağlardan beri insanın en açık ve en kesin bilgisinin ‘varlık’ bilgisi olduğunu söyleyegelmişlerdir. Öylesine çeşitlidir ki varlık bilgisi! Bütün hallerimiz varlık bilgisinin türevleri veya varlık hallerinin özel birer tahakkuklarıdır. Sadece bu âlemin bir parçası olarak bulunduğumuzu idrak etmek varlık bilgimizin temelini oluşturur. Apaçık olduğu söylenen de bu var oluş idrakidir.” (s.95)
“Hayatı yaşamak, aynı zamanda bu hayat için biçilen süreyi tüketmek demektir. Kendi kendisini tüketerek var olan bir ömür sürüyoruz.” (s.95)
“Var olmak bir eyleme hali midir yoksa bir bilme ve idrak hali midir? Neyi eylediğimizde yahut neyi idrak ettiğimizde var oluruz?
“Evet, yaşadığımız ölçüde muhtacız ama muhtaç olduğumuz ölçüde yaşamıyoruz.” (s.97)
“Hayatın vüs’atı ile muhtaçlığın vüsatını ayrıştırmak, bilince sunulmuş bir armağan olsa gerek. (…) Bu bağlamda içinde yaşadığımız dünyanın bir olgusu olarak hayatın anlamını bulması ile insanın anlamını bulması farklı şeylerdir.” (s.97)
“Doğrusu, ihtiyacın dünyevî arzuların ötesine uzandığını kavramak ve insanın anlamını keşfetmek huzursuz edicidir ama bu kavrayış ve keşfin peşinden gitmek sadece huzursuz etmekle kalmaz, dünyevî ihtiyaç ve tatminlerin inşa ettiği benliği yıkma cesareti ve azmini gerektirir.” (s.98)
“(…) Dolayısıyla var olmak bilmek ve eylemek demektir. Neyi biliyor ve eyliyorsak o kadar var olabiliriz. Bilgi ve farkındalık arttıkça muhtaçlık ve varlık da anlam değiştirir. Biz bu anlamı eyleme bir değer olarak katabildigimiz ölçüde insanın imkânları bakımından var oluşun sahici hallerine mazhar olabiliriz.” (s.99)
“Sana ağır bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil 73/5) (s. 101)
“Şaşırtıcı bir şekilde şuur ve İdrâkten örülmüş bir âlemde yaşıyoruz. Her şey bir bilgiler kümesinin oluşturduğu bir anlamlar yumağıni andırıyor. Şuur olmadan bir madenin filizlenmesi, bir bitkinin veya hayvanın beslenmesi, büyümesi, üremesi ve türlü hareketler yapması, bir insanın hayatını idame ettirmesi düşünülemez. (…)” (s.101)
“(…) Türkçe’ye ‘sorumluluk’ olarak çevirdiğimiz ‘mesuliyet’ kelimesi tam olarak ‘sorulan olmak’ anlamına gelir. Yine Türkçe’ye ‘yükümlülük’ olarak çevirdiğimiz ‘mükellefiyet’ kelimesi ise ‘yükümlü kılınmış olmak’ demektir. Çünkü insan, bilindiğini ve müşahede altında olduğunu bilen varlıktır. (…) İslam’ın en büyük filozofu İbn Sîna Şifa külliyatında açık yüreklilikle ‘ben bu mülkiyet kategorisini hiç anlamıyorum’ itirafında bulunacaktır. Yine müteahhirun dönemin büyük mütekellimi Sadeddin Teftazânî ‘Felsefenin efendisi (İbn Sîna) bile bu kategoriyi anlamadığını itiraf etti’ diyerek sahipliğin insan için hiçbir bir şekilde anlaşılabilir bir şey olmadığını dile getirecektir. Gerçekten de sahiplik, birbirimizin çaresizliğini veya saldırganlığını karşılıklı kabul etmekten başka bir şey değildir.” (s.103)
No Comments