“Özüyle Sözüyle Kisvesi ve Karakteriyle Şiir: Dikkat Patlayabilir! (patlamayabilir de)”

 

The poet is not there to share a poetic communication, but to stimulate An imaginative speculation on the nature of reality

Barbara Guest

Ne demişti Baudelaire? “Ekmek yemeden üç gün hayatta kalabilirsiniz; şiirden mahrum kalarak bir gün bile yaşayabilmeniz imkânsız ve bunun aksini herkim iddia ederse hata içindedir: Hataya düşenlere [kendini bilmezler] denir.”

Şiirin vazgeçilmezliğinden dem vuruyor Charles Baudelaire ve şiirden vazgeçebileceği zannına kapılanlara kendini bilmezler yaftasını yapıştırmaktan perva etmiyor. Umursamaz, doğru saymaz isek Baudelaire’in dediklerini, Delphi’deki Apollon tapınağında yazılı emre itaatsizlik edenlerin de aynı kimseler olduğunu farketmemiz imkânsızlaşır. Vaktiyle kimlerdi Baudelaire’in sözlerinin muhatabı? Avrupa’daki bütün kentsoylular; ama bilhassa Fransız olanları. Bir yüzyıl sonra Octavia Paz aynı yolu izleyip “Kentsoylular şiiri sindirecek aygıttan yoksun kalmışlardır.” diyecekti. Yukarıdaki satırları okuyup da Türk ilinde yaşamakta olanlar arasından “Ben ne Avrupalı ve ne de Fransız’ım. Kentsoylu olduğum da pek söylenemez; lâkin görüşlerim Baudelaire’inkinin zıddıdır.” diyenlerin çıkmasının kuvvetle muhtemel olduğunu bilenlerdenim. Homeros’tan Karl Marx’a Şiirin Türk Tarihi’ni yazıyor olmamın bir ma’zereti varsa, o da şiirsiz yaşanabileceğini sanan kimselerin akıllarını başlarına getirme hususunda içimde taşıdığım zayıf ümittir. Birinin aklını başına getirmek… Ömrüm bana böyle şeylerin benim gücümün ötesinde bir şey olduğunu öğretti. Ne kadar cılız, ne kadar zayıfsa da, ümidimi muhafaza ediyorum.

Aklı başa getirme işlemine girişmenin ilk adımı “Şiir dedikleri şeyin aslı var mı? suali olsa gerek. Birçokları şiiri edebiyatın bir şu’besi, bir dalı olarak görür. Nazmın şiirden, şiirin nazımdan farkının (meselenin şiir zâviyesinden bakınca bir türlü, nazım zâviyesinden bakınca ise bir başka türlü görüldüğü hassâsiyetini edinmek lâzım) ihmâl edilebileceği düşüncesi tahsil hayatının içimize yerleştirdiği bir şeydir. Bazıları şiirin yerinin bilgi ve dilin tekâmül çizgisinde bulunabileceğini kabul eder. Çeşitli tasniflerden kimisinde şiirin kendine mahsus bir saha işgal ettiği kabul edilir. Oysa şiir ne tasniflerin içine sığdırılabilir, ne de şiir hâdisesi tasnifler yardımıyla kavranabilir. Bize “Eşref-i Mahlûkat” olmanın şuurunu sağlama gücüne sahip olan ve sahip çıkan sadece şiir! Bilim, felsefe, şiir dışındaki sanat dallarının hepsi, şiirlik katına yükselememiş edebiyat dallarının hepsi birer istiğna (kendi alanında kalma) yoludur. Sadece şiir insana mahsûs aslî sestir. Şiirle bize verilen şuur bizi imana açılan yolların karanlık, dar, sarp ve dikenli olmadığına ikna eder. Bu şuur insanı karakter zaafına uğrayanlardan ikrah ettirir. Bu şuur herkim başkaldırdıysa ona mühimmat sağlar. (…) Niçin yaşıyorsak onun için öleceğimizi öğrenebildiğimiz sadece şiirdir.

“Yalnızca insanlar ölür; diğerleri telef olur.” Paçayı telef olmaktan yırtıp adam gibi değil, adam olarak ölmeği hak etmenin yolu nereden geçiyor? Zamanın olduğu kadar mekânın hayatımızı nasıl şekillendirdiğine akıl erdirmekten geçiyor. Hangisi öncelikli? Ne hale geldiğimizi kafamıza dank ettirecek şey hadiselerin cereyan sürati ve şekli mi, o hadiselerin cereyânına imkân veren daha mı? Bunu tamı tamına fark etmek için her şeyi bırakıp şiirle mi meşgûl olacağız; yoksa yolumuza her şeyin şiirle irtibatına vâkıf olmanın verdiği tatmin duygusuyla mı devam edeceğiz? Ne biri, ne diğeri… Ne yapar, ne yapabilir bize şiir? Bütün mekânlarda ve bütün zamanlarda bize gerçekliğin tasvirini veya tarifini sunma işine bakan şiir değildir. Şiirin işi bizi gerçekliğin tabiatı husûsunda ikaz etmekten ibarettir. Şiirin bize ne yaptığının hudûdu belli; lâkin şiir yaptığı işi başka meşgûliyetlerin arasında yapmadığı gibi, başkalarının meşgûliyetlerini kendi işine karıştırmaz. Sevgililerin en kıskancı şiirdir. Hayatı teftiş makamını hiçbir disipline kaptırmadı şiir. O mevkii tek basına işgal etti. (…) Şiiri şiir yapan bizatihi kendisinin bir muâfiyet (affedilmiş olma) vesikası haline gelişidir. Şiirin muaf tutulduğu şey nedir? Ne kadar esrarlı bir sual! Bu suâlin cevabına geçmeden önce şairin (meselâ Homeros’un) kim olduğuna dâir mütalaaya dalmamız lâzım. Çünkü unutulmasın ki, şiirden önce şair gelir. Tıpkı resme ressamın, besteye bestekârın, binaya mimarın takaddüm edişi (önce gelme /öne geçme) gibi. Yani insan aklı diyerek atıfta bulunduğumuz şey kendi önüne konulmuş olanın bir sanat eseri vasfı taşıdığına ancak o şeyi ibda edenin (ortaya koyanın) bir sanatçı olması halinde karar verebilmeğe güç yetirebilir. Varırsa sanatçının seçmede bulunuşu eserle bağ kuran’ın kendini buluşuna varır.                                           26 Mayıs 2015

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked