“Kur’ân bir ölçüttür.”

 

Merhûm Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin (d. Mürsiye / İspanya, 560/1165- v. Şam 638/1240) son ünlü ve büyük eserlerinden biri Fusûsu’l- Hikem , diğeri el- Fütûhâtü’l- Mekkiyye‘dir. Bu yazı, Füsûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’in (Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayanlar: Prof.Dr. Mustafa Tahralı– Dr. Selçuk Eraydın) başlarından birkaç yerden yapacağım alıntılamalardan oluşacak. Başlık da bir alıntıdır ; onu “Altın ile bakır ayrılmak için gelmiştir.” cümlesi izler. (Mukaddime, s.4)

” ‘Vücûd’un dilimizde karşılığı ‘varlık’, ve Fars dilinde ‘hestî’dir. lügat manâsı ‘matlûbu bulmak’tır. (matlûb: talep olunan) Örfte kulanılan ‘cisim ve beden’ manâsı lügat kitaplarında ancak mecâzî manâ olarak zikredilmiştir. Sûfî ıstılâhında (terminolojisinde) ‘vücûd sâhibi olan mevcûd’dan ibârettir. İmdi (Şu halde) vücûd lafzı ile bir hakikat murâd olunur ki, onun varlığı kendi zâtından ve kendi zâtı iledir. Ve bâkî ( kalıcı) mevcutların varlığı ondan olup onunla kâimdir. Mutasavvıf muhakkıklar (hakikat ve tahkik peşinde olanlar) kelâm âleminde, o hakikate işaret için ‘Lâ- taayyün’ (belirmesizlik) ve ‘mutlak varlık’ derler. Çünkü varlık zâtı bu mertebede hiç bir ‘isim’ , ‘sıfat’ ve ‘fiil’ ile kayıdlı / izafî olarak müteayyin (belirmiş) değildir; bilcümle belirmeler kayıdlarından mutlaktır. Belki belirmelerin hepsi bu mertebede zât hakîkatidir.

” ‘Tarihî Teknoloji’ Sergisi, İslâm Dünyasının Ortaçağını Aydınlatıyor”

 

Merhûm M.Orhan Okay‘ın SİLİK FOTOĞRAFLAR PORTRELER kitabının bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden bölümünün (s.172-178) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

” TOPKAPI Sarayı’ndaki ‘Minyatür Salonu’ çok dikkate değer bir sergiye sahne oluyor. Bundan beşyüz ilâ binikiyuz yıl önce, şaşılacak bir zekâ ve meharetle tasarlanmış, uygulanmış birtakım mekanik âletler, konuya ilgi duyan seyircilerin hayret dolu merak ve tecessüs bakışlarını bu objeler üzerine çekiyor. Beşyüz veya altıyüz ilâ binikiyüz yıl öncesi, Avrupa kıtasının karanlık Ortaçağ’ını içine alan bir dönemdir. Doğu’da ise İslâm dünyasında yukselmekte olan tefekkür ve ilim güneşinin aydınlattığı büyük bir coğrafya oluşmaktadır. Sergi, bu coğrafyada ilim adamlarının, birtakım ince hesaplarla tasavvur ettiği, eserlerinde çizimlerini yaptığı, belki büyük bir kısmını da pratik uygulamaya koyduğu yüzlerce mekanizmadan bir bölümünü sergiliyor. Bu âletler, döneminde kaleme alınmış veya daha sonraki yüzyıllarda istinsah edilmiş (nüshası çıkarılmış) yazma eserlerdeki tariflerden ve çizimlerden faydalanılarak günümüzde yeniden imâl edilmiş. (…) Bunların da dışında kaybolmuş, nice yangınlara maruz kalarak zayi olmuş pek çok el yazmasında daha başka âlet çizimlerinin bulunabileceği, şüphesiz birçoklarının da kitaplara girmemiş olabileceği düşünülürse İslâm Ortaçağı’nın zengin bir teknoloji devri yasamış olduğunu tahmin etmek güç olmaz.”

“Teşhir edilenler arasında basit görünüşlü olanlardan dönemine göre oldukça teferruatlı ve karmaşıklarına kadar zannederim elli kadar âlet var. Pusulalar, çıkrıklar, suyun nakli, özellikle yukseğe çıkarılması için su dolabı dediğimiz basit çarklar ve daha karışık mekanizmalar, sıvıları damıtma ve yoğunluklarını ölçme teknikleri, uzun deniz yolculuklarında astronomi bilgisi yardımıyla yol bulma âletleri, gökyüzünde güneşin, gezegenlerin hareketleri ve birbirleriyle ilişkileri, çeşitli operasyonlarda kullanılan birtakım tıbbî âletler… Bütün bunlar bahsettiğim yazmalardaki tarifler ve çizimler dikkate alınarak ahşaptan ve metalden imâl edilmiş. (…) Bazılarında bir düğmeye, bir manivelaya dokununca bütün mekanizma harekete geçiyor. (…) Avrupa’nın bazı şehirlerinde teşhir edilen, ümit ederim ki bundan sonra da dünyanın başlıca şehirlerinde teşhir edilecek olan sergi, Almanya’da Frankfurt Üniversitesi’nde bulunan ‘Arap ve İslâm İlimleri Tarihi Enstitüsü’nün uzun yıllar boyunca arastırma ve çalışmalarının bir ürünü. Bu enstitünün başında bir Türk profesörünün bulunduğunu Türkiye’de kaç kişi, hattâ kaç aydın biliyor? Hayattaki insanları mübalagalı sıfatlarla anlatmaktan hoşlanmam. (…) Ama bu sergi vesilesiyle bahsettiğim enstitünün müdürünü, maalesef birçok Türk aydının bilemediği, hatırlamadığı Fuat Sezgin‘i birkaç cümle ile tanıtmak isterim. Zira Türkiye’deki biyografi kitaplarında, ansiklopedilerde bu dünya çapındaki ilim adamımızın adını arayacaklar hayal kırıklığına uğrarlar.

“Beşer olarak zaaflarımız kaçındığımız şeylerden doğuyor.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında RIZKIN ONDA DOKUZU başlığıyla çıkan 17 Rebiülahir 1445 (1 Kasım 2023) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr /İsmetOzel?Id=198&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının l. paragrafından bir cümle alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.

“Rızkın onda dokuzu ticarettedir.” buyruluyor Hadîs-i şerif’te.”

“Beşer olarak zaaflarımız kaçındığımız şeylerden doğuyor.

“Neyin alınıp neyin satılacağına karar veren insan bu kararından ötürü bütün diğer insanlardan ayrılır.”

“Modernliğimiz, kapitalizm’e boyun eğmişliğimiz sebebiyle kaçındığımız şeyler arasında satmak ve satılmak da yer alıyor.”

“Allah’a satılmanın şerefinden bir hayli uzaklaştı Türk toplumu.”

“Allah’a satılmak ne derecede yadırgatıcı gelse de modern kültür kapsamında devlet tarafından satın alınmak kimseye tuhaf gelmiyor. 007 James Bond gibi kademeleri bile var satılmanın.”

“Neredeyse (İslâm, takipçileri en kötü olan, en iyi dindir) diyen George Bernard Shaw’a hak vermeğe zorlanıyor gibiyiz.”

“Dinimiz hakkında bildiklerimiz şarkiyatçılar tarafından akıl sağlığımızı tehdit edecek ölçüde eğilip bükülmüştür.”

“Nefsü’l-Emr Nazariyesi ve Bilimsel Bilginin Nesnelliği Sorunu”

 

“Biz her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır.” (Yâsin 36/12)

Prof.Dr. Ömer Türker‘in 2 aylık düşünce dergisi olan Teklif ‘te (Temmuz 2023 / Sayı 10) çıkan, başlığı alıntı olarak bu yazının da başlığını teşkil eden o yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Nefsü’l-emr terimi, İslam düşünce tarihinde İbn Sînâ sonrası dönemde, bilhassa Fahreddin er-Râzî’yle birlikte, gündeme gelen bir sorun olarak görünür. Sorunun kaynagında İbn Sînâ’nın varlık-mahiyet ayrımı olduğu söylenebilir. Fakat İslam’ın müteahhirûn döneminde müstakil bir sorun olarak bütün derinliğiyle kavranmışsa da meselenin kadîm döneme uzanan bir geçmişi vardır. Yine günümüzde de sorun aynıyla devam etmektedir. Dolayısıyla nefsü’l-emr sorununu üç ayrı dönemin hassasiyetleriyle ele alabiliriz: İbn Sînâ öncesi dönem, İbn Sînâ’dan modern felsefenin istiklâlini ilan ettiği on sekizinci yüzyılın ikinci yarısına kadarki dönem ve nihayet modern felsefenin hâkimiyetini tesis ettiği son iki yuzyıl. Önce nefsülemrin yahut kendinde şeyin, müstakil bir sorun olarak kavranmasına vesile olan varlık-mâhiyet ayrımının tam olarak bu soruna nasıl yol açtığını belirginleştirelim. Bilindiği üzere İbn Sînâ, bir şeyin varlık ve mahiyetini ayırıp mahiyetin kendinde neyse o olduğunu; varlık ve yokluğun mahiyete dâhil olmadığını söylemiştir. Buna göre mahiyet, bir şeyin ne olduğu sorusuna verilen cevaptır ve bu cevapta söylenenler, o şeyin dışta gerçekleşiyor olması bakımından hakikatini; kendisi dışındakilerin tamamını dışta bırakıp sadece kendisi ne ise onu ifade ediyor olması bakımından zâtını; gerçekleştirdiği tüm fiillerin kaynağında bulunuyor olması bakımından suretini ifade eder. (…) Bir şey kendisi olmadan belirli bir şey olamayacağından; mahiyet, zihinde veya dış dünyada var olduğunda ise önce kendisi olur sonra belirli bir zihinde aklî bir sûret olur, dış dünyada belirli bir fert olur. (…) Evet, bir şey kendisi olmadığında başka herhangi bir şey olamayacağından belirli bir ferdi veya zihindeki anlamı tahakkuk ettiğinde mahiyetin kendisi de tahakkuk eder ama mahiyet sadece kendisi olarak tahakkuk etmez. (…) Mahiyetin bu seviyesine İbn Sînâ, herhangi bir belirginleşmeden yani varlık ve yokluğun gereklerinden tamamen arınmış anlamında mutlak mahiyet adını verir. İşte bu mutlak mahiyet, İbn Sînâ felsefesinde aklın bir ltibarı olarak kavranıyor görünür ve bu haliyle ‘mahiyet nerededir?’ sorusuna yer bildiren herhangi bir cevap verilemez. Çünkü verilecek bir cevap, mahiyetin kendiliğini ifade edeceğinden veya tanımına gireceğinden mahiyetten asla olumsuzlanamaz. Bu sebeple de mahiyete kendisi olması bakımından bir yer nispet ettiğimizde, o yer dışında mahiyetin bulunması imkânsızlaşır. İbn Sînâcı mahiyet teorisinin en ilginç yönü de bu noktada belirir. Bir taraftan mahiyet tanımına giren ve zâtını oluşturan unsurlarıyla yalın halde düşünüldüğünde ona kendisi dışında bir şey ilave etmek mümkün olmaz iken, diğer taraftan mahiyetin tüm taayyünleri onun kendiliğini zorunlu olarak içermek durumundadır. Yani kendinde mahiyet, her ne kadar bir aklî itibar gibi görünse de aynı zamanda bir ferdin ve makul anlamın zımnında tahakkuk ettiği için dış dünyada da zihinde de vardır. (…) Böylece mutlak mahiyet, zihnin itibarında fark edilen bir anlama dönüşmekle kalmamakta; neyse o olarak kendinde istiklal sahibi anlam haline gelmektedir. Diğer deyişle kendinde mahiyet, herhangi bir zihni aşkın olan ama insan aklı, semâvî nefsler, ayrık akıllar ve Tanrı olarak özelleşen mutlak zihnin idrâkinin tümelliğinde müstakil bir sübût kazanan anlama dönüşmektedir. Tahmin edileceği üzere bu haliyle mahiyet, ilâhî sıfatları andırır şekilde, zaman ve mekânı aşkın, herhangi bir fâilin kudret ve iradesinin erişiminden korunmuş manâ hüviyetini kazanmaktadır. Daha öncesinde bu görüşe benzer üç teori geliştirilmiştir.

İsrail Gazze’deki can kaybını rekor düzeye çıkarmaya azmetmiş!

 

Bugün 24. gün ve saat 1.50’de Gazze’deki can kaybı 8 Bin 306. İsrail durmuyor, Gazzelilerin can kaybına doymuyor. Hedefi ne ola ki? Gazze’yi Gazzelilerden tamamen temizlemek mi? Gazze şeridi 24. günde kahrolasıca İsrail’in ve onun hâmisi insanlıktan nasipsiz ABD’nin eşine rastlanmayan zulmünü İsrail’in saldırılarına destek vermek sûretiyle sürdürmesi, 141 yıldır hizmet veren Hastane’nin bombalanması, Hastaneye sığınan 500’den fazla Filistinlinin ölümü zulmün boyutları hakkında, işlenen savaş suçunun büyüklüğünü gösteriyor. Kahrolsun İsrail ve onun arkasındaki ABD!