Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-II’den birkaç alıntı

 

Muhyiddin İbnu’l- Arabî‘nin ünlü eserlerinden biri olan Füsûsu’l-Hikem‘in Tercüme ve Şerhi Ahmed Avni Konuk tarafından yapılmıştır. Dört cilt halinde bu eseri yayına hazırlayanlar ise Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve merhûm Dr. Selçuk Eraydın‘dır. Bu eserin II. Cildinin (İFAV, 7.Basım 2017) başlarından birkaç yerden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Mahmûdiyyet (övülmüşlük) ve mezmûmiyyet (kötülenmişlik) halka nisbet iledir. Halbuki bu zâtî ve hakikî ulüvv (yücelik) ancak hâssaten (özel olarak) “Allah” ismi ile adlandırılan zât ahadiyyet mertebesinden vâhidiyyet mertebesine inmedikçe bu isim ile tevsîm olunmaz (isimlenmez). Zîrâ ahadî zât hiçbir sıfât, nuût (niteleme) ve esâmî (isimler, nâmlar) ile mevsûf (vasıflanmış), ve men’ût (methedilmiş) ve müsemmâ (nâmlı) değildir. Sırf zât mertebesinden sıfât (sıfatlar) ve isimler mertebesine inerek “ilk taayyün (belirme) ile müteayyin (belirmiş) olduğunda “Allah” toplayıcı ismiyle müsemmâ (isimlenmiş) olur. Ve bu mertebe bilcümle ilâhî isimler sûretlerinin ilâhî ilimde peydâ olarak birbirinden seçkin olduğu mertebedir. Ve bu mertebe, mâdem ki bilcümle isimleri toplayıcıdır, şu halde ne kadar varlıksal hususlar ve yoklukla ilgili nisbetler varsa hepsini kuşatmış olur. Nitekim Hak Teâlâ buyurur (anlam olarak): “(…) Allah’ın ilmi, kudreti her şeyi kuşatıcıdır.” (Nisâ, 4/126)

ABD+Batı-İsrail Dayanışması ve Mazlum Gazze Halkı ile Onların yanındaki zulme karşı insanlık

 

İnsanlıktan bahsetmenin bu dayanışmalı zulüm karşısısında neredeyse anlamsız olduğu bir dönemdeyiz. İnsanlık zulme yenik düştü. Gâlip olan İsrail ve onun arkasında ısrarla duran, desteği ve dayanışmasında kararlılığını sürdüren ABD ve Batı. İnsanların Gazzelilere dua ve yardım edenleri de elbette İsrail + ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında olanlardır; ancak onların Gazzelilere desteği İsrail’le ABD ve Avrupa ülkelerinin dayanışması karşısında zayıftır maalesef. Zulme destek, mazluma desteğin üzerindedir. Mehmet Âkif, “zulmü alkışlayamam / zâlimi aslâ sevemem” demiş bir şiirinde. Günümüz insanlarının da hesaba katılır bir çoğunluğu İsrail zulmüne karşılar (zulmü alkışlamıyorlar, zâlimi (İsrail’i ve onunla dayanışma hâlinde olan ABD’yi ve Avrupa ülkelerini) sevmiyorlar ama bu İsrail zulmünü durdurmağa yetmiyor. Gazze’de can kaybı her geçen gün daha da artıyor. ABD danışman ataması bile yapabiliyor İsrail Ordusu’na Gazzelileri yok etmek için. Sanki Gazzeliler yeteri kadar saldırıya ve bombardımana maruz kalmamışlar gibi! Anlaşılan o ki İsrail ve onu destekleyen ABD ve Avrupa ülkeleri Gazze’yi haritadan silmeyi, oranın halkını tamamen yok etmeği amaçlamış durumdalar.

Bugünkü İstanbul Mitingi Filistinlilere, Gazze’ye ve Gazze’li mazlumlara destek anlamında, onlarla dayanışma hâlinde olduğumuzu yansıtmak üzere düzenlenmiştir. Siyonist emperyalizme bir meydan okuma anlamındadır bu miting; Gaznelilerin yalnız olmadığını, Türkiye’nin Gazne’yle , ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin zıddına, dayanışma hâlinde olduğunun ilânıdır. İstanbul, bu mitingle, Fatih Sultan Mehmet’in rûhunun bir kez daha şâd olmasına ve ABD’nin İsrail’in yanında Gazze’li mazlumlara karşı duruşunun ve zâlimin yanında yer alışının doğallığına, o ülkeden başka bir beklenti olamayacağına işaret etmekte.

“Bir Ahlâk Davası Nurettin Topçu”

 

Prof. Dr. İsmail Kara‘nın, Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan olarak, T.C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı ile Tek-İmaş’ın destekleriyle, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nca hazırlanıp yayınlanmış bu eserinin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Nurettin Topçu 1924’te evlerine yürüme mesafesinde olan bir okulda, İstanbul (Erkek) Lisesi’nde başladığı İdadi (lise) tahsilini 1928 yılında burada tamamlar. Lise yılları Ankara’da yeni bir devletin kurulduğu, Cumhuriyet idaresinin temellerinin atıldığı, inkılapların peşpeşe geldiği, büyük altüst oluşların yaşandığı bir zaman aralığına rastlar. Bütün zor şartlara rağmen bu okulun edebiyat kısmını 1927-1928 ders yılında pekiyi derece ile bitirir. (…) Lise yıllarında Felsefe ilgisi dahil olmak üzere okumalarının arttığını, kitap ve süreli yayınları, Hüseyin Cahit (Tanin), Ahmet Cevdet (İkdam), Velid Ebüzziya (Tevhid-i Efkâr) gibi bazı muhalif İstanbul gazetecilerini takibinin geliştiğini gösteren anekdotlara sahibiz. (…) 1924-1925 yıllarında 12 sayı çıkan ve Hüseyin Avni Ulaş üzerinden orta tahsili sırasında tanışmış olabileceğini düşündüğümüz bir diğer yayın organı Anadolu Mecmuasıdır. (…) Hareket dergisinin 6. sayısında (İlkteşrin 1939, s. 161) yayınlanan “Neslimizin Tarihi” başlıklı makalesine, oniki sene önceki bir yazıya atıfta bulunarak başladığı görülüyor. Yazarını, sayısını ve tam tarihini zikretmeden bahsettiği ve muhtemelen lise üçte iken okuyup şimdi hatırladığı yazı Mehmet Emin Erişirgil’in Hayat mecmuasında (sayı: 27, 2 Haziran 1927) yayınlanan “İdealsizlik Tehlikesi ve Darülfünun” makalesidir. “Neslimizin Tarihi” yazısının Yarınki Türkiye kitabında yer alan, neşrinde yer almayan birbuçuk paragrafı şöyle :

“Velhâsıl Batı ayakta.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “HANİ BİRGÜN BATI ÇÖKECEKTİ?” başlığıyla çıkan 10 Rebiülahir 1445 (25 Ekim 2023) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/ IsmetOzel?İd=198&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının ilk paragrafının son kısmından kısa bir cümlenin alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmesidir) oluşturacak bu yazıyı.

Hamid Algar’ın Nakşibendîlik isimli kitabından alıntılar

 

Genişletilmiş 3. Baskısı (dijital) insan yayınlarından 2012’de çıkmış olan ve yazarıyla İstanbul’da ilk defa üniversite öğrenciliğim yıllarında (1966-67) tanıştığım, görüştüğüm, daha sonra Erzurum’da üniversite’de asistanlığım sırasında (1970’li yılların başlarında) yine rastlaşıp görüştüğüm Hamid Algar‘ın bu kitabının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Peygamber’den sonra Nakşibendî silsilesinin ilk halkası, Nakşibendîlere göre sadece Peygamber’in ilk ve seçkin bir halifesi olmayıp ayrıca eşsiz bir manevî makam sahibi bir şahsiyet olan -peygamberlerden sonra insanların en iyisi- Ebû Bekir es-Sıddîk’tır. Nakşibendîler bu görüşü destekler mahiyette birçok hadisi örnek gösterirler; en çok da “Rabbimin göğsüme akıttığı hiçbir şey yoktur ki ben de Ebû Bekir’in göğsüne akıtmış olmayayım.” Bu göğüsten göğüse geçiş, tasavvuf yolunun özü ve metotlarının bahşedilmesine bir atıf olarak alınmıştır. Nakşibendîler ayrıca Peygamber’in bedenen semaya yükselişine ani ve sorgusuz imanı sebebiyle, bizzat peygamber tarafından kendisine mükâfat olarak verilen sıddîk lakabında özel bir önem keşfederler. Müceddid Şeyh Ahmed Sirhindî (v. 1034/1624) -ileride ele alacağımız hayli önem sahibi bir zât- meşhur Mektûbât’ında şöyle yazmıştır: “Sıddîk makamı kudsiyetin en yüksek mertebesidir; çünkü hemen üzerinde nübüvvet makamı bulunur. Peygamber’e vahiyle gelen ilim sıddîk’a ilhâm yoluyla âşikâr olur ve iki ilim arasındaki yegâne fark onların ilmi alış tarzlarında yatar. Sıddîkın altındaki herhangi bir makam kaçınılmaz olarak kimi esriklik (sarhoşluk) emâreleri taşır; sıddîk makamında tamamıyla bir ayıklığa sahip olunmaktadır. Sıddîk’ın statüsünün bu şeklindeki izahından sonra, sahâbeler arasında sıddîk lakabıyla isimlenen yegâne kişi olan Ebû Bekir tarafından tayin edilen inisiyatik (şahsî teşebüsle ilgili) geleneğin ulvî mükemmelliği söz konusu olur. Bu husus ayrıca Nakşibendiyye’nin kendine has ayıklığı, şeriata sıkı sıkıya bağlılığı ve gösterişten uzak duruşunun, Nakşibendî geleneğin ana kaynağı olan sıddîktan tevârüs ettiği bir husûsiyettir.