Hüseyin Atlansoy’dan Sezai Karakoç’u hatırlama

 

“(…) Şair görünmemek isteyendir, tanınmamayı dileyendir. Kaçamaz. Her kaçış teşebbüsü yepyeni pırıl pırıl bir şiiri gün doğmadan gün yüzüne çıkarmasıyla sonuçlanır.

Birbiri ardına Şahdamar, Körfez ve Sesler kitaplarını yayımlar. Bu kitaplarda ortak olan bir durum vardır. 1953 yılından itibaren -1958 yılı dâhil- her yılbaşı gecesi şiir yazar Sezai Bey. Bir adam yılbaşı gecesi şiir yazıyorsa yalnız demektir, hattâ kimsesiz.

“Bu dünyanın tuzaklarından uzak durun, çünkü onun tuzağının ayrımı güçtür.”

 

Muhyiddin İbn Arabî’nin Fütûhât-ı Mekkiyye (Mekkî fütûhlar/açılmalar) isimli eserinin Ekrem Demirli çevirisi ile Litera Yayıncılık’tan çıkmış (2009) 11. cild’inden yapacağım bazı alıntılamalar (bunlardan ilki s.47’den bir cümle olup alıntı olarak başlığı teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.

“Kapılar açılıp ardında bulunanlar sana göründüğünde, bir bakış ile onların bilgisini kuşatırsın.” (s.47)

“Allah’ın yaratıklarındaki hükmü ne kadar gariptir! Allah’a yemin olsun ki, O’nu ancak Allah bilebilir. Acaba mutlular ve bedbahtlar bu hükme göre midir? Yoksa sadece mutlular değil, bedbahtlar mı ona tahsis edilir (ayrılır). Allah’ın herhangi bir yaratılmışın şefaati olmaksızın ateşten çıkartacağı kimseler de bu menzilden öğrenilir.” (s.50)

“Varolmanın Boyutları”

 

William Chittick’in Tasavvuf ve Vahdetü’l- Vücûd üstüne yazılarının İnsan Yayınları, ‘alternatif düşünce’ dizisinden kitaplaştırılmış (dördüncü baskı, 2013) duruma Turan Koç’un derleme ve çevirisi ile gelmesi sonucu, bu kitaptan yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Çağdaş dünyanın en kötü ve zararlı hatalarından biri, modern bilimsel bilgi ve onunla birlikte gelen teknolojinin meşrû ve tarafsız olduğu görüşüdür. Bu hatanın, bilimsel dünya görüşünde içkin bulunan yanlışları kavramak için kendi geleneklerinde bir sürü entelektüel kaynağa sahip olan Müslümanlar arasında zuhur etmesi özellikle şaşırtıcı olmaktadır. Kaldı ki, Batı’da da bilimsel tarafsızlık diye bir şey bulunmadığını gösteren çok sayıda filozof, tarihçi ve toplumsal eleştiriciler bulunmaktadır. (…)” (s.32)

Ayasofya bu defa bir başka açıdan mı gündemde?

 

İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed tarafından feth edilmesiyle birlikte Ayasofya Cami olarak işlev gördü; 1934 yılından bu yana ise müze olarak işlev görüyordu. 24 Temmuz 2020’den bu yana da yine Cami olarak kullanılıyor. Ama o yapı bütün özellikleriyle isteyenler ve meraklıları tarafından elbette her devirde gezilmiş görülmüştür, müze olduğu yıllarda da, ondan önce de. Ne ki Fatih’in cami haline getirmesi(1453) ve bu durumunun 1934 yılına kadar sürmesi, o yıldan itibaren de müze halinde işlev görmesi nasıl mümkün olduysa, 24 Temmuz 2020’den itibaren de tekrar cami haline getirilmesi olağan karşılanmalıydı. Öyle olmadı. Müze olarak kalmasını isteyenler sanki Fatih Sultan Mehmet’in de yanlış yaptığını, İstanbul’u fethetmesi ile o yapıyı da cami olarak ibadete açmasını bir hata olarak gördüklerini yansıtmaktalar.

Müze olmasını savunanlar, acaba cami olunca onun sanatsal özelliklerinin korunamayacağını mı düşünmekteler?Oysa Süleymaniye, Fatih, Sultan Ahmet ve diğer ünlü camilerimiz yeterince korunamıyor mu? Onları da mı müze hâline getirmek gerekir diye düşünenler olabilir mi?

İsmet Özel’in bazı yazılarından sözler

 

İsmet Özel’in “Türküm Doğruyum İntikamım Ülkemdir” kitabından (TİYO, Aralık 2019 I.Baskı) yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Varlık gösterebilmişsek çocukluğumuza rağmen, ihtiyarlığımıza rağmen gösterebilmişizdir.”

“40 yaşıma kadar yazdığım şiirlerin ilki “Kış”. Dokuz yaşımda kıştan ancak bu kadarını anlardım.”

“Yeni bir kış 75 yaşımda iken yine başımda.” (s.8’den)

“Sözüm varsa dünya hayatı uğruna kendini yıpratmak şöyle dursun dünya hayatını babasının malı zannedenleredir.”

“Karl Marx senin biyologide yaptığını ben sosyal bilimlerde yapacağım iddiasıyla Charles Darwin’e bir mektup döşendi. Şöhret gülünçlükle tamamlanmadığı zaman meşhur adam ortaya çıkmaz.”

“Her nedense zorluğun zor adama yakıştığına inanırız.” (s.9’dan)

“Adnan Menderes’e aleyhinde bir askerî darbeye maruz bırakılacağı haberi ulaştığında söylenenlere kulak asmadı. Onun gönlüne İstiklâl Marşımızın ithaf edildiği kahraman ordumuzun müstemleke ordusu olmadığı kanaati su serpiyordu.”

“Hay huya hayretle bakmağı çocukluğumun en esaslı tecrübesi saymalıyım. Çocukken dünyanın hay huyuna hayranlıkla bakardım. Çocukluğu terk eder etmez beni başka herhangi bir alanda değil sanat alanında bir geleceğin beklediğine inandım.” (s.10’dan)

“Şiir dünya hayatını küçümsemeyi öğretmediği zaman sanat olmaktan çıkar.” (s.12)

“Türk milletinin kendi millî varlığı dışında kimseden kurtarıcılık umarak bugüne gelmediğinin bilinci sağ ve salim tuttu beni. Bundan sonrası farklı olmayacak.” (s.13)

“Tuhaflık şurada ki, bana Türkçe yazma imkânı bahşeden Latin harfleri düzeneğinden başkası olmadı. Bu yaştan, bunca tecrübeden sonra ne yapacağım ben şimdi? (…) Çok istediğim, yaşım ve statüm buna elverdiği halde Muhammet ümmeti ile bir tanışıklık kurabildim mi? Yıllar geçti ve benim anlam veremediğim bir tarzda geçti. Şimdi tanışıklığına her şeyimi fedaya hazır olduğum zevatın tuzağından salim kalmağı kâr beller durumdayım.