Ramazan ayı ve oruç farkındalığı üzerine ciddiyet ve samimiyet yansıtan bir yazıdan alıntılar

 

Gökhan Özcan‘ın Ramazan’ın bu ilk günü Yeni Şafak gazetesinde çıkan Merhaba derken… başlıklı yazısının birkaç yerinden, genişce yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Ramazan-ı Şerif’in dünyayı şereflendirmesiyle birlikte özellikle medyanın öncülüğünde bu klişeler on bir aydır kapalı tutuldukları raflardan tek tek indirilecek; bunun böyle olduğuna her sene bizzat yaşayarak şahit oluyoruz. Medyanın her sene tekrar ettiği bir haber menüsü var Ramazan ayı ile ilgili. Önce ‘İlk teravih kılındı, camiler doldu taştı haberi’ yapılacak, her yıl (…) yapıldığı gibi. Cemiyet haberleri cinsinden ‘filancalar iftarda buluştu’ haberleri de (…). Ortalama bir iftarın maliyeti, pide ve hurma fiyatları (…) bir bakış açısıyla sıralalanacak. İftar yemekleri için tarifler (…) magazinine ayrılan bölümleri dolduracak. Sahurda (…), iftar sofralarında (…), Ramazan’ı daha sağlıklı (…) dair reçeteler bıktırıcı sıklıkta önümüze çıkacak. Ve tabii hoca efendilerin yakasını alamadığı o hiç bitmeyen orucu neler bozar neler bozmaz lakırdıları…

“Her klişe söz kötü değil; mesela Ramazan-ı şerif için kullandığımız ‘On Bir Ayın Sultanı’ ifadesinin bu kadar yerleşik hale gelmesi dil ve anlayış olarak bize güzel şeyler kazandırıyor, hoş açılımlar getiriyor. Ancak dilimize yerleşen kalıp sözlerin çoğu böyle bereketli değil; yüzeysel kavrayışı, ezber anlayışı, boş tekrarı beraberinde getiren klişelerimiz hep daha fazla. Aslında artık ezbere dönüşen bu sözlere klişe deyip geçmek mümkün olabilirdi. Eğer bu klişe sözler, klişe anlayışların yolunu açıp bizi anlayış fakiri haline getirmeseydi.

“Yazmak hareketsiz kalmağı reddetmek anlamına geliyordu.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında YAZMAK ÜMİTSİZ BİR ÇABADIR başlığıyla çıkan yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr / IsmetOzel? Id=166&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının ilk paragrafının sondan ikinci cümlesi olup alıntı olarak başlığı teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“1980 sonrasıydı. Yaz günlerinden biri olsa gerekti. İstanbul’da geminin gövdesine bitişik peykelerden birinde oturuyordum. Biraz ilerimde benden daha genç olduğu besbelli bir adam çocukluk yıllarında Haliç sularında nasıl para bulma oyunu oynadıklarını yanındakine anlatıyordu. Vakıayı bir yazımda nereden nereye geldiğimizde misal olsun diye nakletmek istedim. Yapamadım. Çünkü ilk defa 1964 yılında gördüğüm İstanbul yüzlerce milletin Türkler aleyhine niyetleriyle tesis edilmiş bir kabın içinde Dünya sistemi çıkarları doğrultusunda çalkalanıyordu. (…) Kime, neyi, nasıl anlatacaktım? İnsanların birer birer foyası meydana çıkıyor desem kabahati kendimin dışında arıyor olurdum. Aslında kabahat falan yok; işin tabiatı bu diyecek olursam bu pozitivizm zehrini içip yerimde oturmam demekti. Fırsat varken yazmalı, edebildiğim kadar müdahale etmeliydim. (Başlığı alıntı olarak oluşturan cümlenin o yazıdaki yeri burası)

Teselli ile ümitsizliğin at başı gittiğine dikkat ettiniz mi? Tıpkı insanlardan ümidi kesmenin Allah’tan ümit etmeği kırbaçladığı gibi.

Fütûhât-ı Mekkiyye (Mekkî Fetihler /Açılmalar) 18.c.’den alıntılar

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin ünlü eserlerinden biri olan ve Türkçe’ye Ekrem Demirli tarafından 18 cilt olarak çevirisi yapılmış olan bu eserin 18. cildinden yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Allah saadete ermiş mutluya emelini verirken bedbaht ve şakiyi terk eder ve başarısız bırakır.” (s.15)

“Allah’a kimseyi ortak koşma ve tevhidi dayanak edin.” (s.15)

“Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. Bununla beraber kendisine uyanı Allah’ın yolundan uzaklaştırır, fakat Allah’tan değil! Çünkü o da Allah’ın melekûtu (ruhların ve meleklerin âlemi) kapsamında ve dolayısıyla O’nun kudreti dâhilindedir.” (s.16)

“Hak, varlıkta olan her şeyin aynı (hakikati) dir.” (s.16)

“Âlem tenzih ile teşbih arasında bulunurken Hak teşbih ile tenzih arasında bulunur. Beraet ve arınmışlık Tevbe (Berae) sûresinde dile getirilirken tenzih Şûra sûresindedir.” (s.24)

“Necmeddin İbn Şayy el-Musûlî bana bir mektupla gördüğü bir rüyayı bildirmişti. Rüyasında Maruf el-Kerhî’yi ateşin ortasında görmüş! Hâlbuki Ebrar’ın nimete Mazhar olduğu gibi Kerhî’nin orada nimetlendiğini anlamamış, korkmuş, onun helak olduğunu zannetmişti. Hâlbuki sufilerin nezdinde Kerhî’nin muteber ve onlarca eleştirilmemiş biri olduğunu biliyordu. Bu rüyada Maruf el-Kerhî cennetin ta kendisiyken keşif sâhibinin onda görmüş olduğu cehennem de cennet mesabesindeydi. Çünkü nâhoş işler ârifin ayrılmaz özellikleri ve nitelikleridir. Ârif dünya hayatında korkarken, imandan mahrum olan ise âhirette korkacaktır. Dolayısıyla sıfatlar (ârif ile inançsız arasında) yer değiştirdiği kadar âfetler de yer değiştirir; belki görür veya duyar da muttali olduğu ve öğrendiği şeyler kendisinden yayılır ve ortaya çıkar. (…)” (s.25)

“Bunlardan birisi de iki yüz seksen birinci bölümden ‘Heva arzu ettirir’ bahsidir. Heva olmasaydı arzu duyan olmazdı ( veya düşen düşmezdi). (…)

Hâce Muhammed Lutfî

 

Alvarlı Efe Hazretleri diye bilinen, ismi başlıkta belirtilen zât 1285/1868 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesine bağlı Kındığı köyünde dünyaya geldi. Babası Hâce Hüseyin Efendi, annesi Seyyide Hadîce Hanımdır. Tahsilini başta babası olmak üzere devrinin ünlü âlimlerinden tamamlayıp icâzet almış olarak 1307/1889’da Hasankale’nin Sivaslı Camii’ne imam oldu. Aynı yıl pederleri ile birlikte Bitlis’e giderek Hâce Muhammed Pîr-i Küfrevî Hazretleri’nin huzuruyla müşerref oldu. 1312/1894 tarihinde O’nun seçkin bir halifesi olarak Hasankale’ye döndü. Buradan Erzurum’un Dinarkom köyüne geçerek oraya yerleşti ve 1. Cihan Harbi’ne kadar orada kaldı. Bilâhare vazifesini Yavi nâhiyesine, oradan da doğup büyüdüğü Hasankale’ye nakletti. Kendisine teklif edilen Hasankale Müftülüğünü kabul etmeyerek, Alvar köyü halkının istirhâmı üzerine oraya giderek bu köyde 24 sene görev yaptı ve ‘Alvar İmamı’ olarak tanındı. 1939 yılında tedavi için Erzurum’a geldi. Vefatına kadar Mehdi Efendi Mahallesi‘nde kiraladığı bir evde ikâmet etti. 90 senelik ömrünü insanlığa ve İslâmiyete adayan Efe Hazretleri 12 Mart 1956 tarihinde ebedî âleme intikal etti. Nâş-ı şerifi Alvar köyünde pederleri Hâce Hüseyin Efendi Hazretleri yanında sırlandı. Bu mübarek zât hakkında duyduğum ve öğrendiğim malumât ve hâtırâtın en çoğu merhûm Bedreddin Atalar’a aittir. Biyografisi hakkında yazdıklarım da müellifi olduğu Hulâsatü’l-Hakâyık ve Mektûbât-ı Hâce Muhammed Lutfî isimli kitaptandır (Efe Hazretleri Vakfı). Allah Alvarlı Efe Hazretleri’ne, O’nun babasına ve Bedreddin Atalar ağabeyime rahmet ve mağfiret eylesin. Âmîn.

Birkaç alıntı da adı geçen eserinin İLTİCÂ-NÂME başlıklı bölümünden:

Hamdü bî-had o kerîm Mevlâ’ye / Ne Kerîm’dir keremi bî-gâye

Ne keremler bize kıldı o Kerîm / Nîmet-i îmânı kıldı takdîm

Sebkat etdi hidâyet-i ezelî / Oldu bize kerem-i Lem-yezelî

Nûr-i tevhîd ile münevver edüp / Âb-ı tasdîk ile mutahher edüp

Gönderüp bize Resûl’ü rehber / Habîbullah’ı bize peygamber Nûr-i vahdet güneşi doğdu bize / Görünüp nûr-i hidâyâtı göze

Vahiy, ulûhiyet, âlem, gayb, kulluk,nübüvvet, zuhûr, varlık hakkında bilgi içeren bir yazıdan alıntılar

 

Ömer Türker‘in 2 aylık düşünce dergisi olan Teklifte (Sayı 4 / Temmuz 2022) çıkan “Gaybın Anahtarı Kimdir veya Nedir? Mefâtîhu’l-Gayb ve Miftâhu’l-Gayb Üzerine” başlıklı yazısının başlıkta belirttiğim terimler ve kavramları içeren bazı cümlelerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“(…) Kelamcılar, esas itibariyle peygamberin getirdiği haber üzerinde dururlar ve haberin kendisini bilgi kaynaklarından biri olarak değerlendirirler. Buna göre Hz. Peygamber (sav) ve diğer tüm peygamberler, Allah’ın insandan talebini tebliğle sorumlu olduğu kişi ve topluluklara anlatmakla sorumludur. Bir peygamber böylesi bir vazife için gerekli niteliklerle donatılır. Bu sıfatların başında verdiği haberi yalan ithamından büsbütün uzak tutacak doğru sözlülük (sıdk) gelir. Bu sebeple kelamcılar, bir peygamberin peygamberlikten önce ve peygamberken günah işleyip işlemeyeceğini tartışmışlar ve farklı kanaatlere varmışlar ama hiçbir zaman yalan söylemeyeceklerinde icma etmişlerdir. Zira peygamberin verdiği haberler, muhataplar için gaybın anahtarlarıdır ve tebliğin ulaştığı insanların gayba dair idraki haberle pekişir, genişler ve kesinlik kazanır. Melekût âlemi ve âhiret hakkında vahiy, insanın duyularla ve istidlâlle ulaşmasının mümkün olmadığı bilgiler verir. Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkında ise hem bilgilendirici hem de akla yol göstericidir. Yol gösterici olması, insanın duyular açısında gayb olan ilâhî zât ve sıfatlara dair bilgilerinin vahiyden başka bir kaynağının daha bulunmasıdır: Âlem. Bir bütün olarak âlem, Allah’ın fiilleri olduğundan fiilden hareketle fâil olan Allah hakkında nazarî (teorik) bilgiye ulaşılabilir. (…)