El-Hac Sûresi 78. Âyet meâli

 

“Hem Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin! Sizi O seçti. Üzerinize dinde bir güçlük de yüklemedi, babanız İbrâhim’in dinî gibi. Bundan önce de, bu kitapta (Kur’ânda) da size Müslüman adını Allah uygun gördü ki, peygamber, size karşı şahit olsun. Siz de bütün insanlara karşı şahitler olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın. Zekâtı verin. Ve Allah’a sarılın ki, Mevlânız ancak O’dur. Ne güzel Mevlâ O!.. Ve ne güzel yardımcıdır O!..”

“Osmanlı’nın Hasmı Yüzyıllar Boyunca Frengistan Oldu”

 

İsmet Özel‘in ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında İNANMAK YETER Mİ ? başlıklı ve 9 Zilkade 1446 (7 Mayıs 2025) tarihli yazısının (www.istiklalmarsidernegi. org.tr) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Katolikler kendi aralarında ikiye ayrılır: Bir kısmına ki, sanıyorum büyük kısmı onlar teşkil eder, “catholique croyant” (inananlar) adı verilir, azınlıkta kalan kısma düşen isim ise “catholique pratiquant (tatbik eden) olmuştur.

Yazıma Katolik kelimesini zikrederek başlamam bir tesadüf değil. Katolik kilisesi Avrupa’nın kuzeyini güç kullanarak Hıristiyanlaştırdı. İzlanda’nın, Britanya’nın, Danimarka’nın, Norveç’in, İsveç’in, Finlandiya’nın bayraklarında haç işareti görüşümüz bu yüzdendir. (…) Rum Ortodokslar Romalı kafasına göre o günlerde gerçek Hıristiyan değillerdi. Frenk kelimesini biz Türkler Yunanlılardan öğrendik. Osmanlı ordusu da bir Avrupalı millet- devletle değil Haçlı ordularıyla savaştı. (bu yazının başlığını alıntı olarak teşkil eden cümlenin yazıdaki yeri burası) Modernliğin bir aşamasında ticaret için Türk topraklarına gelip yerli gayri- Müslimlerle evlenerek hayatını geçiren Avrupalılara “Tatlısu Frengi” adını verdik. 1929’da, İtalyan Faşizminin tatlı günlerinde Vatikan devleti doğdu. Sözün özü, tarihî gelişmede biz Türkler gayri-Müslimlerin Katolik olanlarıyla aramızdaki mesafeyi diğerlerinden daha büyük tuttuk.

Olan bitenler tarihî gelişme içinde, hem de uzak bir tarihî gelişme içinde, olup bitenlerdir. Cumhuriyetin ilânını takip eden yıllarda karşılaşmak zorunda bırakıldığımız inkılâplar Türkleri başta İslâm olmak üzere bütün dinî düşüncelerle zıtlaşma noktasına sürükledi. Yıllar içinde din okur-yazarların gözünde “tabu” görünümüne vardı. Öyle ki daha düne kadar İslâm’a kendini yakın sayanların “Neye inanırsa inansın; yeter ki, inansın” demekle makbul bir şey dedikleri sanısı yaygındı. Yani yirmi yedi yıl devam eden CHP tek parti idaresinin Türkiye’deki İslâm muhalefeti, SSCB Komünist Partisi’nin dine bakış tarzından daha sertti. Bu vakıadan ders almamız zaruridir. Ne yapıp edip malî hegemonya sûretiyle yeryüzünü baskısı altında tutan Dünya Sistemi’nin sihrini yok etmemiz lâzım. Hatırlayalım ve hatırdan çıkarmayalım ki, İslâm’a olan Türkiye’deki muhalefet dünyadaki İslâm düşmanlığının bir parçasıdır.

Niçin Antonio Gramsci’nin “hegemonyaya hegemonya” tezi sonuç vermedi? Çünkü Avrupa’da doğmuş olan komünist düşünce aydınlık gelecekler adına sanayileşmeyi ve dolayısıyla proleteryanın varlığını veri sayıyordu. Hıristiyanların 1848 yılı’nda yayınlanan Komünist manifesto Avrupa’nın kentsoylu sınıfını tarihteki en devrimci sınıf olarak gösterdiğinden anlıyoruz ki, Aydınlanma Çağı’nın yavrusu Marxism geçerliliği ilerleme ve evrim fikri dairesinde yürürlüğe girebilen bir yaklaşımdan fazlası değildi. Batılaşmacı “aydınlarımız” önce Batı’ya cevap verecek tezlerin Batı’dan devşirilemeyeceğini anlamalıydılar. (…)

Nâzil olan Kur’an Yahudiliği ve Hıristiyanlığı birer bâtıl itikat durumuna düşürdü. Buluğa ermiş bir kişi kelime-i şahadet getirerek İslâm ümmetine dâhil olur. Kelime-i şahadet iki kısımdır: Önce Allah’tan başka tapmağa değer hiçbir şeyin bulunmadığına şahitlik ederiz. Onun hemen ardından şahadet sırası Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğu gerçeğine gelir. İslâm vahdet dinidir. Yaratılmışlar arasında yegâne vahdet dini, Allah katında yegâne din İslâm’dır. Biz Müslümanlar dışarıdan bakıldığında iki kısımmış gibi görünen şeyi birleştiririz.

“Lâ ilâhe illallah” tek başına topaldır. Onun bu aksamasından “Tek Tanrılı dinler”, “İbrahimî dinler, “Kitaplı dinler”, “semâvî dinler” gibi söylenceler doğar. (…) “Muhammedün Resûlullah” demeden “Lâ ilâhe illallah”, aksamasından arınamayacaktır. Biz Müslümanlar ancak Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahadet ederek İslâmî bir hayatın biçimi hakkında bir fikre sahip olabiliriz. (…) Sadece İslâmî hayat bakımından değil, her bakımdan biçim esastır. İslâm bizi bütünlüğe götürür. Bir ırmak kıyısında aptest alsanız bile suyu israf etmeyin buyuruyor Resulü Ekrem. Modernlik hatırına kendimizi israf edip etmediğimizi kendimize sormak lâzım.” İsmet Özel, 9 Zilkade 1446 (7 Mayıs 2025)


şeytanı kahreden dua

 

“Eûzü bikelimâtillâhi’t tâmmeti min şerri mâ haleka ve zerae ve berae ve min şerri mâ yenzilü mine’s semâi ve min şerri mâ ya’rucü fîhâ ve min şerri fitneti’l leyli ven nehâri ve min şerri külli târıkın illâ târikan yetruku bi hayrın yâ rahmânu”

“Mevlâ’nın tam olan kelimeleriyle, bütün mahlûkatın kötülüklerinden, gökten inen şeylerin ve göğe çıkan şeylerin kötülüklerinden, gecenin ve gündüzün fitnesinden, geceleri hayırdan başka gelen şeylerin şerrinden, merhamet sahibi olan Allah’a sığınırım.”

“Ellâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed’in tıbbil kulûbi ve devâihâ ve âfiyetil ebdâni ve şifâihâ ve nûrıl ebsârı ve dıyâihâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.”

“Ferdün hayyün kayyûmün, hakemün, adlün, kuddûsün, anetilvücûhü lilhayyilkayyûm. Ve terzüku men teşaü biğayri hisâb.”

“Ellâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed’in tıbbi’l kulûbi ve devâihâ ve âfiyeti’l ebdâni ve şifâihâ ve nûri’l ebsâri ve ziyâihâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.”

“Dünyayı ve dünyada mülk edinmek insanın ahlâk dokusunu gevşetir.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde çıkan İNANMAK YETER Mİ ? başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Katolikler kendi aralarında ikiye ayrılır : Bir kısmına ki, sanıyorum büyük kısmı onlar teşkil eder, catholique croyant(inananlar) adı verilir , azınlıkta kalan kısma düşen isim ise catholiq pratiquant (tatbik eden) olmuştur. Yani çoğu Katolik mezheplerinin teorik kısmına itiraz etmediği için Katolik sayılır; ama dini hassasiyetle uygulayan azınlıktakiler onlardan ayrılır. Aynı ayrımın Müslümanlar için de geçerli olduğunu zannedenler hata içine düşeceklerdir. Giderek Türklerin “iman ile paranın kimde olduğu belli olmaz” demiş olmaları hatırdan çıkarılmamalı.

Yazıma Katolik kelimesini zikrederek başlamam bir tesadüf değil. Katolik kilisesi Avrupa’nın kuzeyini güç kullanarak Hıristiyanlaştırdı. İzlanda’nın, Britanya’nın, Danimarka’nın, Norveç’in, İsveç’in, Flnlandiya’nın bayraklarında haç işareti görüşümüz bu yüzdendir. İstanbul Haçlı seferlerinin ilkinde ve dördüncüsünde Katolikler tarafından yağmalandı. Rum Ortodokslar Romalı kafasına göre o günlerde gerçek Hıristiyan değillerdi. Frenk kelimesini biz Türkler Yunanlılardan öğrendik. Osmanlı ordusu da bir Avrupalı millet-devletle değil Haçlı ordularıyla savaştı. Osmanlı’nın hasmı yüzyıllar boyunca Frengistan oldu. Modernliğin bir aşamasında ticaret için Türk topraklarına gelip yerli gayri-Müslimlerle evlenerek hayatını geçiren Avrupalılara “Tatlısu Frengi” adını verdik. 1929’da, İtalyan Faşizminin tatlı günlerinde Vatikan devleti doğdu. Sözün özü, tarihî gelişmede biz Türkler gayri-Müslimlerin Katolik olanlarıyla aramızdaki mesafeyi diğerlerinden daha büyük tuttuk. Olan bitenler tarihî gelişme içinde, hem de uzak bir tarihî gelişme içinde, olup bitenlerdir. Cumhuriyet’in ilânını izleyen yıllarda karşılaşmak zorunda bırakıldığımız inkılâplar Türkleri başta İslâm olmak üzere bütün dinî düşüncelerle zıtlaşma noktasına sürükledi. Yıllar içinde din okur-yazarların gözünde tabu görünümüne vardı. (…) Yani 27 yıl devam eden CHP tek parti idaresinin Türkiye’deki İslâm muhalefeti, SSCB Komünist Partisi’nin dine bakış tarzından daha sertti. Bu vakıadan ders almamız zaruridir. (…) Hatırlayalım ve hatırdan çıkarmayalım ki, İslâm’a olan Türkiye’deki muhalefet dünyadaki İslâm düşmanlığının bir parçasıdır.

Niçin Antonio Gramsci’nin hegemonyaya karşı hegemonya tezi sonuç vermedi? Çünkü Avrupa’da doğmuş olan komünist düşünce aydınlık gelecekler adına sanayileşmeyi ve dolayısıyla proleteryanın varlığını veri sayıyordu. Hristiyanların 1848. yılında yayınlanan Komünist Manifesto Avrupa’nın kentsoylu sınıfını tarihteki en devrimci sınıf olarak gösterdiğinden anlıyoruz ki, Aydinlanma Çağı’nın yavrusu Marxism geçerliliği ilerleme ve evrim fikri dairesinde yürürlüğe girebilen bir yaklaşımdan fazlası değildi. Batılaşmacı aydınlarımız önce Batı’ya cevap verecek tezlerin Batı’dan devşirilemeyeceğini anlamalıydılar. (…)”



“Mü’min mü’minin aynasıdır.”

 

Oysa “Kâfir kâfirin aynasıdır” denilmemiştir. Kâfirin kendi aynasından haberi yoktur, demek olur.

“Mustafâ (a.s.v.) Efendimiz, ashabdan birisine: “Seni çağırdım, niçin gelmedin?” diye itâb (azarlama) buyurdular. “Ben bîçâreyim”, diye cevap verdi. Buyurdular ki: İyidir, eğer tüm vakitlerde dâimâ bîçâre olursan, her bir hâl içinde, hattâ kudret hâlinde bile, acz hâlinde olduğu gibi, kendini bîçâre görürsün. Zîrâ senin kudretinin fevkınde bir kudret vardır; ve sen tüm hâllerde makhûr-ı Haksın (Hakk’ın gazabına uğrayansın); senin hâlin iki kısım değil midir? Bazan çaresiz ve bazan çareli. Bakışını onun kudretine atf et ve dâimâ kendini çâresiz ve âciz ve miskin bil! Değil yalnız zayıf olan âdem, belki arslanlar, kaplanlar ve timsahlar da, bütün onun çâresizleri ve lerzânıdırlar (titreyenleri); ve gökler ve yerlerin hepsi çâresiz ve O’nun hükmünün ra’şedârıdır (ürkeni, titreyenidir) .

“Gerçek fakirlik, ihtiyacını Hak’dan istemek ve mahlûkâttan müstağnî olmaktır.”

” Abdullah (Allah’ın kulu) olmayanlar, abdü’ş-şehvet, abdü’s-servet veya abdü’l-mansıb yani makamın kulu olmaktan kurtulamazlar.”


“Hz. Mevlânâ pâdişahlar ile sohbeti ve yakınlığı baş gitmesi ihtimâlinden dolayı tehlikeli görmez; çünkü baş bugün olsun, yarın olsun mutlaka gidecektir. Mevlânâ’nın endîşe ettiği asıl tehlike; bir kimsenin bunlar ile sohbet edip onlara muhabbet ederek mallarını kabul etmesiyle, onların arzûsuna ve mizâcına göre söz söylemesi ve gönüllerini gözeterek fena görüşlerine iştirak etmesidir.”

“Devlet adamlarının kendi menfaatlerini gözeterek hareketi, Hakk’a ve halka hizmet anlayışını zedeler. İlmi, kendisine menfaat sağlayan bir vâsıta olarak gören âlimlerin çoğalması tâatın fesâdına sebeb olur ve halkın ahlâkı da bozulur. Bu ahlâkî çöküş, kazanç yollarını da bozar.”

“Bu fesâd, devlette adâletsizliği, öğretim kurumlarında tamahkârlığı, halkta riyâkârlığı artırır.”

“Devlet adamları, kıblesini çoğaltmamış, abdullah (Allah’ın kulu) olma idealini kaybetmemiş âlimlerden yüz çevirmedikçe; âlimler menfaat ve mansıb niyetiyle devlet adamlarına yaklaşmadıkça ve halk her işi i’tibâr talebiyle yapmadıkça tefessüh etmez (bozulmaz).”

“Tasavvuf edebiyatı klasiklerinden Keşfü’l-Mahcûb isimli eserin yazarı Hucvîrî’ye göre, ilimsiz emîr, takvâsız âlim, tevekkülsüz halk şeytanın yoldaşı olur.”

n