“Bir zamanlar sadece Anadolu’da değil Balkanlardan Hind Altkıtasına kadar İslâm coğrafyasında Fahreddîn Razı, Seyyid Şerif Cürcanı, Sadeddin Teftazânî, Molla Fenârî gibi düşünürlerin adını duymadan ve görüşlerini bilmeden medreseden mezun olmak imkansızdı. Son yüzyılda bu isimler önce sıradanlaştı, sonra sırlandı, ardından da sırlandıkları camlar, arkasını hiç göstermeyen ve bakanın sadece kendisini görebildiği aynalara dönüştü.” (s.56)
“Selçuklular, Memlüklüler, Timurlular ve nihayet Osmanlılar, yönetici sınıfın Türk olduğu hanedanlıklardı. Bunlar arasında önceleri Selçuklu, yaklaşık üçyüz yıl doğu İslâm coğrafyasının kâhir ekseriyetini birleştirdi. Daha sonra Osmanlılar, Batı İslâm dünyasının da ana merkezlerini kuşatan büyük bir İslâm devleti kurmayı ve uzun süre ayakta kalmayı başardılar. Türk olan bu iki devlet, her ne kadar milliyet esasına dayanan devletler olmasa da neşet ettiği Türkistan ve Maveraâünnehir bölgesinin âlim ve düşünürlerini Irak, Suriye, Mısır, Anadolu ve Balkanlara taşıdılar. Maverâünnehir bölgesi ise Hanefî fıkhı ve usulü ile Mâturîdî kelamının hâkim olduğu bölgelerdi. Teftâzânî ve Cürcanî gibi büyük usûl ve kelam âlimleri Maverâünnehir ve Türkistan’daki Hanefî okulunu, İslâm dünyasının diğer bölgelerinde gelişen düşünce akımlarının görüşlerini de dikkate alarak yenilemeyi başardı. (…)” (s.58)