Âyete’l Kürsî

 

Ellâhü lâ ilâhe illâ hüve-el hayyu’ l- kayyûmu lâ te’huzuhü sinetün ve lâ nevm lehü mâ fissemâvâti vemâ fîl erdı* menzellezî yeşfeu ındehû illâ biiznih* ya’lemu mâ beyne eydîhim vemâ halfehüm velâ yuhîtune bişey’in min ılmihîî illâ bimâşââe vesia kürsiyyühü-ssemâvâti ve’l erda velâ yeüdühü fzuhüma ve hüve’l aliyyü’l azîm.

Yasin-i Şerif Duası

 

Ellâhümme innî es’elüke Sabran Cemîlen ve Kalben Selîmen ve Lisânen Zâkiran ve Duâen Müstecîben ve Kitâben Yemînen ve Rızkan Halâlen Ve neîmen mukîmen ve cenneten ve harîran ve nadraten ve mesrûran * yâ kâdıyel hâcâti yâmucîbeddeavât yâ kâşifeddurrı ve’l beliyyâti yâ âlimessirrı ve’l hafiyyâti* ikdı hâcetî fîssâati’l mübâreketi bihurmeti yâsîn ve’l-kur’âni’l-hakîm* feizâkadâ emran fe innemâ yekulü lehü kün feyeküün heezihi fesübhânellezî bi yedihî melekûtü külli şey’in ve ileyhi türceûn.*

El-Mülk Sûresi’nden anlamlarıyla ilk 13 âyet

 

1-Bütün mülk kudret elinde olan Allah, ne yücedir! O her şeye kâdirdir. 2- O Allah ki, amelce hangi(leri)niz daha güzeldir diye, sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O azîzdir, gafûrdur (güçlüdür, bağışlayıcıdır.) 3– O (Allah) ki, yedi kat gökleri yaratmıştır. O Rahmân’ın yarattıklarında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi çevir gözü(nü semaya) bir kusur görebilir misin? 4– Sonra gözü(nü) iki defa daha çevir. O göz sana, zelîl ve hakîr olarak dönecektir. 5-Yemin olsun ki, en yakın semâyı kandillerle (yıldızlarla) süsledik ve onları, şeytanlar için atılacak taşlar yaptık. (Bu taşlar, meleklerden sır çalmaya gelen şeytanları öldürür veya sakatlar). Ve o şeytanlara çılgın ateş azabı hazırladık. 6– Rablerini inkâr edenlere de cehennem azabı vardır. O ne fena yerdir!.. 7– İçine atıldıkları vakit, onun öyle bir fena solumasını işitirler ki, o kaynıyordur. 8– Neredeyse öfkesinden çatlayacaktır. İçine bir bölük (insan) atıldıkça, her defasında cehennemin bekçileri onlara, “Size uyarıcı gelmedi mi?” diye sorarlar. 9– Onlar derler ki, “Evet, bize uyarıcı geldi. Ama biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz, olsa olsa, bir şaşkınlık içindesiniz, dedik”. 10– Bir de şöyle derler: “Biz işitir ve akıl eder kimseler olsaydık, bu azgın ateşe atılanlar arasında bulunmazdık!” 11– İşte günahlarını itiraf ettiler. Öyle ise, uzak olsun o cehennemlikler!.. 12– Doğrusu gıyâben Rablerinden korkanlar yok mu? Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır. 13– Sözünüzü ister gizli tutun, ister açığa vurun (fark etmez). Çünkü O, bütün sînelerde olanı bilir (1). (dipnot: Bu âyet-i kerîme müşriklerin birbirine hitâben, “Yavaş konuşun, Muhammed’in Rabbi işitmesin!” demeleri üzerine inmişti.)


Fîhi Mâ Fîh 48. Fasıl’dan birkaç alıntı

 

“Bir kimse imâmet ediyordu (Tevbe, 9/97) âyet-i kerîmesini (Yani “Bedevîler küfür ve nifâk bakımından daha beterdir”) tilâvet etti. Meğer bedevîlerden bir Arap orada bulunuyormuş. Ona şiddetli bir tokat vurdu. İmam ikinci rekatte (Tevbe 9/99) (Yani “Bedevîlerden öylesi de vardır ki Allah’a ve âhiret günü’ne inanır” âyet-i kerîmesini okuyunca, o Arap “Bir tokat seni ıslah etti” dedi. / Her neyi önümüze çekersek, gayb cânibinden her dem tokat yeriz. O tokat ile bizi ondan teb’îd ederler (uzaklaştırırlar). Yine başka bir şeyi önümüze çekeriz, yine böyle olur. Nitekim “Bizim hasf (ışığı sönmeye) ve kazf’e (atılmaya) tâkatimiz yoktur” ve Kat’-ı evsâl (bedendeki eklemlerin kesilmesi), kat’-ı visâlden (vuslata engel olmadan) daha ehvendir.” denilmiştir. “Hasf” den murâd, dünyaya dalıp, Ehl-i dünyadan olmaktır; ve “ehl-i kazf” den murâd da, evliyâullâhın gönüllerinden çıkmaktır. Nitekim bir kimse yemek yeyip midesi ekşiyince, onu istifrağ eder. Eğer o taâm ekşimeyip istifrağ edilmese idi, âdemin cüz’ü olacak idi. Şimdi… Mürîd dahi şeyhin gönlüne girmek için temelluk (yaltaklanmak) ve hizmet etmek lâzımdır. El-ıyâzü billâh (Allah esirgesin), mürîdden şeyhe hoş gelmeyecek bir şey sâdır olup da, mürşidi onu gönlünden ihrâc ederse, ekl edilip ekşimesi hasebiyle dışarıya çıkarılan âdemî cüz olamayan taâma benzer. Zîrâ o mürîd de, mürûr-ı eyyâm (günlerin geçip gitmesi) ile Şeyh olacak idi; nâ-hoş hareketi sebebiyle gönülden dışarıya atıldı. Şiir/tercüme: “Senin aşkın âlemde münâdîlik edip, nihâyet gönülleri şûr u şerrin (şer gürültüsünün) eline teslim eyledi. Ondan sonra o gönüllerin cümlesini yakıp kül etti ve getirip niyazsızlık yeline verdi.”

“Rahmeti Çağırmak İçin Yetmiş Bin Taş Okundu”

 

Prof. Dr. İsmail Kara’nın bu başlık altındaki yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Yıl 1965. 11 Haziran Cuma. Rize-Erzurum yolu üzerinde, sahilden 40 km içerde bir köy Güneyce köyü. İki eski adı var buranın; Varda ve Hacışeyh köyü… O sene bölgenin tarihinde çok nadir rastlanan bir kuraklık ortalığı kasıp kavuruyor. Yağmurları ve dereleriyle, bunların beslediği ot, çiçek ve ormanlarıyla şöhret bulmuş yemyeşil bir vadi suya hasret kalmış… Mısır ekili arazilerin toprakları kurumuş, gri ile beyaz arası bir renk almış… Dizboyuna henüz varmamış mısır fidelerinin yaprakları gündüzleri sanki özel olarak kıvrılmış gibi lüle (mahallî tabirle düdük) haline geliyor, güneş batmaya yüz tuttuktan sonra ise normale avdet ediyor…

Ben 10 yaşında ve ilkokul son sınıftayım. Haziran’da bitirme imtihanlarını verip mezun olacak (bizim zamanımızda ilkokul, ortaokul ve lise son sınıflarda Haziran ayı boyu süren bitirme imtihanları hâlâ vardı) ve iki ağabeyimin izini sürmek üzere Kutuz Hoca’nın dizinin dibinde hafızlık yapmağa başlayacağım. Bir iki akşamdır mahalle camisinde telaffuz edilmeğe başlanan yağmur duası, cemaatin ileri gelenlerinin konuşmalarına dikkat kesilen biz çocuklar için tam anlamadığımız bir şey olmakla beraber üzerinde hayal kurulabilecek bir hâdise. Sıcak yaz aylarında evlerin önünde, yol kenarlarında oturan yaşlı kadınların dillerinden dökülen sözler de duyuyoruz: “Dört pâre köy toplansa bakalım, içlerinde duası makbûl biri vardır herhalde, Dilsiz hayvanlar aç ve susuz kalacak, onların yüzü suyu hürmetine belki rahmet yağar”, “Ne günah işledik de bu musibet başımıza geldi ! “, Hocalar geç kaldı…