“Eksantrik liderler mi? Değişen siyaset mi? (1)”

 

Bu başlık, M. Şükrü Hanioğlu’nun ikincisi de gelecek olan bu günkü (03.04.2016) yazısına ait. Yaklaşan ABD Başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerde süren adaylık yarışında bu iki partide birer ismin üzerinde duruyor (bu yazıda Donald Trump üzerinde ayrıntılı olarak duruyor, Bernie Sanders’in mücadelesine sadece değiniyor, onu da ayrı bir yazıda ayrıntılı olarak ele alacağı anlaşılıyor). Bu defaki seçim öncesi yarışın ve özellikle iki ismin üzerinde duruşunun sebebini, bu durumun “ülke siyasetindeki önemli bir değişimin görünür hale gelmesini mümkün kılmakta olduğu” şeklinde anlıyoruz.

Peygamberimizden (sallallâhu aleyhi ve sellem) hastaya dua…

 

İbn-i Abbas(r.a.) diyor ki: Resûlullah (s.a.v.), bir hastayı ziyarete gittiği zaman, onun yanıbaşına oturur ve yedi defa: “Büyük Arş’ın sahibi Yüce Allah’tan sana şifa vermesini niyaz ediyorum” derdi. Yine bir hastayı ziyarete gittiğinde, ona: “Bir şeyin yok! İnşallah bu hastalık sâyesinde günahlarından arınırsın” derdi. (Buhârî)

İsmet Özel’in bir yazısından sözler…

 

“Merakımın kaynağı şiirdi. Şiire emek veren biri olmasaydım herhangi bir hususta iler tutar bir merakım da olmayacaktı. Şiirin doğuş şartlarınasadakatim beni menzilden menzile taşıdı. Paul Valery “Şiir bitmez; terk edilir.” demiş. Bu sözü ilk işittiğim zaman hemen aklıma yattı. Zira bu söz insan olmanın geç kalmaktan, güç yetirememekten, sonunu getirememekten ibaret olduğuna dair düşüncelerimi doğruluyordu. Şiir bitmiyor olsa bile ben beyanı hitama erdirme takatını kesbe yelteniyor ve soruyorum: Madem vavlı Türk değiliz, o halde neyiz? Birileri bize ‘vavı noksan Türk’ diye seslense hoşumuza gider mi? Benim gitmez. (…)”

Bir dergi yazısından bir bölüm ve değerlendirme

 

“Dergâh” adlı edebiyat-sanat-kültür dergisinin 313./Mart 2016 sayısında çıkan, Alâattin Karaca’nın “Eve dönemeyen adam: Tahsin Yücel” başlıklı yazısının son bölümü şöyle:

“Başlangıçta Ceyhan ırmağının kıyısında, Ötegeçe Mahallesi’nde yoksulluğun, bahtsızlığın kuşattığı bir çocuktur Tahsin Yücel, sonra modern kentin ortasında nesnelerin, alıntı düşüncelerin, ‘yalanlar’ın kuşattığı bir taşralı aydın… Roman ve hikâyeleri, bu iki zıt dünya arasında gidip geldi, kahramanları bu iki dünyadan, bu iki dünya arasında sıkışıp kalmış… Dar bir dile hapsetti eserlerini, tarihsel derinliği olmayan, çağrışımı âhengi kıt bir dile… Ne aydınlık bir Anadolu, ne de ferah bir dünya vardır onun hikâye ve romanlarında, kahramanlarının çoğu huzursuz, kendi olamayan, garip tutkulara boyun eğmiş, sıra dışı ‘haricî’ insanlar.

Okuduğum gazete yazılarından dikkatimi çeken satırlar…

 

“(…) Prizren’de nehir boyu vadi içinde ilerledikçe hem coğrafi hem de kültürel olarak Balkanları daha iyi keşfetme imkanı bulunur. Derin vadilerin, yüksek yaylaların eteklerinde kurulan Boşnak köylerinden Türkmen köylerine, geleneksel Arnavut hayatını resmeden ama genelde Müslüman bir coğrafyada olduğunuzu hissettiren bir yapıyla karşılaşırsınız. (…)