“Türk Olmak İçin Her Sahada İstiklâle Tutkun Olmak Zaruridir.”

 

İsmet Özel‘in 1 Rebiülevvel 1446 (4 Eylül 2024) tarihli DAR KAFA, GENİŞ MEZHEP başlıklı yazısının (www.istiklalmarsidernegi.org.tr/ lsmetOzel) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı. O yazıdan ilk alıntı da bu yazının başlığını teşkil etmekte.

“Tanzimat fermanının okunması akabinde Türk yönetimi altındaki yerlerde yapılan ilk değişiklik mürtetlerin, irtidat edenlerin öldürülmesinin yasaklanmasıydı. Gayri-Müslimlere gün doğmuştu. (…) Oysa gelenek dâhilindeki uygulamada Allah’ın dinini önce benimser görünüp sonradan terk eden kimsenin toplumda yeri yoktu. Dar kafalılıkla bu surette tanıştık. Müslüman bilinenlerin İslâm’ı reddettikleri zaman öldürülmelerini yanlış bulanlar dar kafalı, o kimselerin yaşama hakkını savunanlar geniş kafalı sayıldı. (…)

“Farklı Bir Savunma ve Muhalefet için Levhalar ve Görsellik”

 

Prof.Dr. İsmail Kara’nın bu başlık altında Derin Tarih dergisinde çıkan yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Cumhuriyet ideolojisi baskıcı modernleşme programını etkili ve yaygın bir tarzda sürdürebilmek için din ile tarih ve geleneği, bunlara dair unsur ve sembolleri aynı kefeye koymuş, aynı hizaya yerleştirerek tasfiye etmek, gücünü zayıflatmak istemişti. (…) Yakın çevresinde olan insanlar gibi Cemalettin Server Revnakoğlu için de din-tarih-gelenek üçlüsü içiçe ve birbiriyle irtibatlı işleyen bir mekanizmaya sahipti. Cumhuriyet’ in ilk dönemlerinde birbirlerinden uzaklaştırılan Türklükle Müslümanlık da öyle.

Merhûme Ayşe Şasa’nın Fantastik Kurgu olan Şebek Romanı’ndan alıntılar

 

“Ah yeryüzü, ah bilinmeyen bilimsel deneylerle çivisi çıkmış yeryüzü, ah korkular..”

“Gezegende tek tük kalmış normal tipi sinir sisteminin tüm imtiyazlarını komplekssizce sahiplenmiş bir kızdı Doris.. Üst düzey yetkililerden oluşan çevresi, dolgun geliri, göz alıcı yetkilerle donanmış bir hayatı vardı..”

“Dört dakika, yirmi üç saniye süren mini deprem bitince Amadeus çelik kasadan çıktı. Bir bardak su içti, soluklandı. Sonra gezegensel tekelin resmî gazetesi Airbusa döndü. Bir süre daha haberler arasında gezindi. Gezegeni yöneten üçlü konsilin toplantı halinde olduğunu öğrendi, sonra ‘Süblim orangotan’ kutusuna giriş yaptı. Sanat, edebiyat spotları arasında gezindi, ilgisini çeken bir şey yoktu.. Daha doğrusu, biraz önceki deprem, sanata karşı motivasyonunu eksiltmiş gibiydi. Amadeus şimdi kendini zorladı, dikkat kesildi. Zorladı, yeni bir giriş yaparak üzerinde iki yıldır çalıştığı tezin 1012’nci paragrafına döndü. Şebek epistemolojisinde üçüncü aşama adlı tezinin 1012’nci paragrafında Kritik söylem kültürü bahsine kilitlenmeye, biraz yol katetmeye niyetliydi. Freud, Marx, Pavlov gibi Neo-Darvinci İkinci Aydınlanma öncesi düşünürlerin sağladıkları eleştirel gerilimin ve gizemci tekniklerin şebek türünün kavrayışını ne denli geliştirdiğini irdeleyen bu pasajlar, parlatılmağa muhtaçtı. Amadeus durdu, düşündü: Kalksam, bir şeylerle oyalansam, bir saat sonra yeniden girişsem.. Lena’yı çok özlemişti, Ay çevresindeki mor uyduda astronot Lena şimdi gecenin tedirginliğini sürdürüyordu. Terliyor, sarı perçemleri ılık ılık alnına yapışıyor muydu? Lena hep ışınlı battaniyeler, fosforlu yastıklar kullanmayı seven Lena.. Bir haftadır aramıyor, bu da Amadeus’u çıldırtıyordu.. Amadeus bir kez daha Freud-Marx-Pavlov üçgenine dönmeyi denedi.. O en çok Freud’u seviyordu.. (…) Neo-Darwinci aydınlanmanın destani büyüğü kokainman ceddimiz Freud.. İnsan denen şebeğin, evriminde yepyeni bir aşama katederek kendini tazelemesinde, yani milâdi 2007- şebek takviminde Büyük Eşik adı verilen o bunca etkin olan muhteşem çizgiye ulaşmasında bunca etkin olan Freud, haz avcılığı kavramına da, bu süreçte ayrı bir kutsallık yüklenmesine kaynaklık etmişti. 2000’de, bilgisayara… I want coffee cümlesini yazdıran ilk doğal şebekten bugüne, 2075’e kadar uzanan o kahramanlıklarla büyük geçitte, kutsal süreç, dört ayrı epistemolojik aşama kaydediyordu.

Yûsufî Kelimede içkin “Nûrî Hikmet”in beyânında olan Fas’tan alıntılar

 

Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin FUSÛSU’L-HİKEM Tercüme ve Şerhi-II’nin (Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı-Dr. Selçuk Eraydın; M.Ü. İFAV, 7.Baskı 2017) bu yazının başlığını teşkil eden IX. Bölümünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Nûrî Hikmetin Yûsufî Kelimeye tahsis olunmasındaki sebeb budur ki, misâl âlemi, nûrânî âlem ve Yusuf (a.s.)ın keşfi de misâlîdir. Ve Yûsuf (a.s.)a, misâlî hayâlî sûretlerin keşfine ilişkin olan ilmî nûrî saltanat zâhir (görünür) oldu. O da ekmel vecih üzere ta’bîr ilmidir. Yûsuf (a.s.)dan sonra bu ilmi bilen, o hazretin mertebesinden bilir ve onun rûhâniyetinden alır.

Şu halde hakîkî nûr öyle bir nûrdur ki, onun vâsıtasıyla eşya (şeyler) idrâk olunur, fakat kendisi idrâk olunmaz. Zîrâ o, nisbetler izâfâttan soyutlanması yönünden Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin zât hakikatidir. İşte bunun için (s.a.v.) Efendimiz’den Rabb’ini gördün mü!? diye sual olundukda Bir nurdur, ben onu nasıl görürüm? Yani soyut nûrdur; onu görmek mümkün değildir, buyurdular. Bundan dolayı zât hakikati (ayn)ı olan hakîkî nûru mazharlar, nisbetler ve izâfetlerden soyutlanması i’tibariyle görme ve idrâk mümkün değildir. Velâkin mertebelerin perdelenmesi arkasından mazharlarda idrâk mümkündür.

İdrisî Kelime’de içkin olan “Kuddûsî Hikmet”in Beyânındadır

 

FUSÛSU’L-HİKEM Tercüme ve Şerhi-II’nin (Tercüme ve Şerh: AHMED AVNİ KONUK , Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı- Dr. Selçuk Eraydın, M.Ü. İFAV, Yedinci Baskı: Nisan 2017 ) IV. Bölümünden ( Bu münif /yüce Fass İdrîsî Kelimede içkin olan “Kuddûsî Hikmet”in Beyânındadır) yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Kuddûsî hikmet’in İdrîsî kelimeye tahsisindeki hikmet budur ki: İdrîs (a.s.) meşakkatlı riyâzetler ile nefsini hayvânî sıfatlar ve tabiî küdûrâttan (bulanıklıklardan) ve nakais-ı ârızadan temizlemiş; ve âkıbet ruhâniyyeti hayvâniyyeti üzerine galebe etmekle, beden ve ceset kayıtlarından sık sık çıkan ve mirâc sahibi olmuş; ve melâike ve soyut ruhlar ile muhatabatta bulunmuş idi. Nitekim on altı sene yiyip içmediği ve uyumadığı ve soyut akıl hâline geldiği hikâye olunaur. Bu mânâlar, cismânî kesâfet içinde, fikrî nazara dayanan aklı varlığına hâkim olan feylesoflar katında kabûl olunur bir şey değildir. Fakat ne yapsınlar ki, onların akılları cisim ve cismâniyet dâiresinde mahsûr ve mahbus kalmıştır. O hudûd dışına çıkamazlar; ve “insan yiyip içmese ve uyumasa ölür” derler. Vakıa bu hükümleri, vücûdlarında kesâfet hükümleri hükümrân olan kimseler için doğrudur. Velâkin nefislerini, tabiî küdûrattan ve cismânî kesâfetten kurtaran zevât hakkında aslâ doğru değildir. Bu zevâtın tutumlarına ıttılaa (akıl erdirmeğe) cüz’î akıllar erbâbı için imkân yoktur. Zîrâ onların akılları sınırlı bir daire içind Ceenâbına lâyıkke mantıkî ve tabiî kayıdlar ile bağlı kalmıştır. Kuddûs mukaddes manâsına takdîs’ ten türemedir. Lügavî manâsı tathîr dir (temizleme). Ve terminolojide “Hakk’ı, imkân ve ihtiyaçtan ve kevnî nakaisten (noksanlıktan) ve kendinin gayri bulunan mevcutlara nispeten kemâl add olunan kemâlâttan, Cenâbına lâyık olmayan şeyden tathîrdir”. Zîrâ Hak Sübhânehû ve Teâlâ ve onun zâtî kemâlâtı, akıl ve vehim ve hayâl ile idrâk olunan kemâlâttan a’lâ ve ecelldir. (…)”