Fusûsu’l-Hikem (Müellifi: Muhyiddin İbnu’l Arabî, Tercüme ve Şerhi: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı-Dr. Selçuk Eraydın, İFAV Yedinci Baskı), s.20-21’den özetleyerek:
“Ma’lûm olsun ki, ilâhî ilimde iki i’tibâr vardır: Birisi; vahdet mertebesinde ve ilk taayyünde (belirmede) ulûhiyyet zâtının sıfatlar ve isimlerinin tümüne mücmelen (öz olarak) ilmidir. Bu ilim kendi zâtına olan ilimden ibâret olduğundan, bu mertebede ‘ilim‘, ‘âlim‘, ‘ma’lûm‘ arasında aslâ temeyyüz (farklılaşma) yoktur; cümlesi şey’-i vâhiddir (bir olan şeydir). Ve bu ilim, ma’lûma tâbi’ olan nevi’den (türden) değildir. Zîrâ kadîm (öncesi olmayan) zât ile beraber kadîmdir. İkincisi; vâhidiyyet mertebesine ve taayyün-i sânîye (ikinci belirmeye) inmesinden sonra, kendisinde mündemic (yerleşmiş) olan bi’l-cümle sıfatların ve isimlerinin sûretleri, yekdiğerinden mütemeyyiz (farklı) olarak ilâhî ilimde peydâ olduklarında, herbirinin zâtî gereği olan kabiliyet ve istidâdları ne ise inkişâf eder (âşikâr olur). Ve bu kabiliyet ve istidâtlar inkişâftan sonra, Hakk’ın tafsîlen ma’lûmu olurlar. İşte Hakk’ın bunlara taalluk eden (ilişen) ilmi onların ma’lûmiyyetlerinden (bilinmelerinden) sonra olduğundan ‘ilim ma’lûma tâbidir‘ denildikde ‘sıfâtî ve esmâî ilim‘ anlaşılmalıdır. İlmin ma’lûma tâbi olması hakkındaki Kur’ânî delil: (anlam olarak) ‘Biz sizi imtihan ederiz, tâ ki sizden mücâhid olanları bilelim‘ (Muhammed, 47/31) kerîm âyetidir. Hakk’ın: ‘ Tâ ki biz bilelim‘ kavli aslâ te’vîl edilemez. Bunu ancak mütekellimîn (kelâmcılar) gibi vehmî tenzih sahipleri te’vîl ederler. Ve onlar şeylerin varlığını vâhid(bir/tek) varlığın gayrı gördüklerinden, Hakk’ın ilmî ma’lûma tâbi olsa, Hak ilmini gayrdan almak lâzım gelir; bu da cehl ve acz olduğundan Hakk’a lâyık olmaz zann ederler. Oysa varlık birdir: Bu çokluklar O’nun esmâî sûretlerinin zılâlidir (gölgeleridir); ve âyîneye akseden zılâl, karşısında duran şahsın sûretinden gayrı değildir. Dolayısıyla karşısında duran şahıs, aynaya baktığında, gördüğü sûretten kendisinde bir ilim peydâ oldukda, o, bu ilmi gayrdan almış olmaz. Bundan ötürü kelâmcıların tevehhüm ettikleri (var zannettikleri) gayriyyet yoktur ki, Hakk’a cehl ve acz isnâdı gereksin!”