Prof. Dr. İsmail Kara: “İstiklâl Marşı, üzerinde derinliğine düşünülmemiş, hakkında büyük metinler yazılmamış bir şiirdir.”
Mukadder Gemici‘nin Prof. Dr. İsmail Kara ile İstiklâl Marşı ve o büyük “fikir metni”ni ortaya çıkaran millî şairimiz Mehmet Âkif hakkında, özellikle de, İsmail Kara’nın 1. Baskısı Eylül 2021 tarihli “Bir Düşünce Tarihi Metni Olarak İSTİKLÂL MARŞI” isimli Dergâh Yayınları’ndan çıkmış kitabı vesilesiyle olduğu düşünülen bir söyleşisi gerçekleşti. Bu söyleşi metninin başlarından yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Nereden ve nasıl çıktı bu kitap?” sorusu üzerine ifade edilen sözlerden: “(…) Önce Âkif çalışmaları. İkinci olarak modern Türk edebiyatı ile çağdaş Türk düşüncesi bugün anlamakta zorlanacağımız kadar iç içedir. Çağdaş Türk düşüncesinin babaları yeni Türk edebiyatının da öncüleridir büyük ölçüde. Namık Kemal, Ziya Paşa Ahmet Mithat Efendi, Âkif meselâ… Onun için bazı şiirler üzerine düşünce tarihi metinleri yazmak epeyi zamandır düşündüğüm bir şeydi. (…) Sırada kayma oldu, İstiklâl Marşı’nın 100. yılı olması takdim tehiri kolaylaştırmış olabilir. (…) Bu kitabın modern bir ‘İstiklâl Marşı Şerhi’ olarak da tasarlandığını okuyucular hesaba katabilir. Belki ikinci şerh denemesi Said Halim Paşa’nın İslâmlaşmak risâlesi üzerine olacak.
Soru: (…) Bildiğimizi iddia ettiğimiz İstiklâl Marşı’nın bilmemiz, üzerine düşünmemiz gereken tarafları nelerdir?
Cevap: Bu bir itham değil tespit. Neticeleri itibariyle acı bir tespit ama… Yediden yetmişe herkesin tahsil yıllarında karşılaştığı, düzenli olarak okuduğu, tekrarladığı, dinlediği bir metin, üstelik bir milletin İstiklâl Marşı. Ve bu şiir üzerine kayda değer metinler yazılmamış. (…) İsterseniz hükmü biraz yumuşatalım; hak ettiği ve gerektiği ölçüde tanınmayan, bilinmeyen bir metin diyelim. Netice değişmeyecektir.
“Hangi yönleri üzerine düşüneceğiz peki?” sorusu üzerine, “Belki öncelikle edebî yönü üzerinde durulacaktır, şiir olması dolayısıyla. Bilebildiğim kadarıyla bu da yeterince yapılmadı. (…) Dolayısıyla hem öncesindeki birikimi ve fikrî-felsefî-dinî gelişmeleri, değişmeleri, daralmaları hem de Cumhuriyet devrindeki devamlılıkları veya köklü değişiklikleri, sapmaları takip bakımından imkânlı ve vazgeçilmez bir metin. (…)
(…) Kavramlar hakkında, özellikle de Millet kavramı anlamı/anlamları nasıl anlaşılmalı çerçevesinde soru üzerine İsmail Kara’nın söylediklerinden birkaç ifade: İçiçe ve cevapları uzun sorular… Ülkemizde düşünce tarihi çalışmaları umumiyetle zayıftır. Kavramsal çalışmalar daha da zayıftır. (…) Bu durum ülkenin, üniversitelerin, ilim-kültür ve sanat ortamlarının entelektüel olarak , kendinin farkına varma çabası itibariyle zayıf olması mânasına gelir; çuvaldızı kendimize batırarak bunun altını bir daha çizelim. (Bazı kurumları sayarak) bunların meselelerin çok uzağında olduklarını düşündüğünü belirtiyor. (…)
“Esâsa, muhtevaya, ürünlere, hepsinin Türkiye’yi anlama ve taşıma kapasitesine bakmak lâzım. Gerisi aldatıcı ve vakit kaybettirici olur.” diyor.
“Buradan ‘millet’in hikâyesine geçebilir miyiz?” sorusuna karşılık olarak İsmail Kara’nın dediklerinden birkaç cümle:
“(…) Uğraştığım bir konu olduğu için rahat söylüyorum, yaslanacağınız büyük metinler yok; dökümler, taramalar bile yok bu vadide. (…) Peki nedir bu altı oktan biri olan milliyetçilik diye ciddi olarak sorarsanız ve yazılanlara bakarsanız bir çölün içine düşmüş olursunuz. Ortalık beylik laflarla dolu… Modern dönem için meselenin merkezî yeri şurası: Arapçada, Farsçada, Türkçede millet din üzerinden tanımlanan bir toplum ve cemiyetin, cemaatin adı. Ümmet de aşağı yukarı aynı mânâya geliyor. Bugünkü kullanımda millet dediğimize klasik kullanımda kavim deniyor.(…) Artık bu yapı dağılmaya yüz tutuyor. (…) Batı dillerindeki nation kelimesini nasıl karşılayacaksınız yahut Osmanlıcadaki millet, ümmet, kavim, cins kelimelerini nüanslarını muhafaza ederek Batı dillerine nasıl aktaracaksınız? (…) Kitapta hususi bir bölümde anlatmaya çalışıyorum, Âkif de, Safahat ve İstiklâl Marşı’ndaki millet de bu sıcak süreçlerin içinden geliyor.Milli Mücadele yıllarında ve Cumhuriyet’in kurulduğu dönemde Türk milleti İslâm ve Müslümanlık üzerinden tanımlanıyordu. (…) vâkıa hâlâ böyle idi, böyledir. Onun için 1926’larda bile Lozan Mübadelesi gereği Balkanlar’dan, Adalar’dan ırken Türk olmayan, çoğu Türkçe bilmeyen yüzbinlerce insan sadece Müslüman oldukları için ‘Türk’ olarak Anadolu’ya göç etmişlerdir. Buna karşılık, muhtemelen aslen Türk olan, Türkçe konuşan yine yüzbinlerce kişi Hristiyan oldukları için Rum diye Yunanistan’a gönderilmiştir. Soru bugün de önümüzde; Türk milletini birinci sırada ne ile tanımlayacaksınız?(…)”
No Comments