Sadreddin Konevî’nin “Tasavvuf Metafiziği”nin başlarından birkaç alıntı
Orijinal adı Miftâh-ı Gaybi’l-Cem Ve’l-Vücûd olan ve Prof. Dr. Ekrem Demirli tarafından tercüme edilmiş, İZ Yayıncılık’tan İstanbul’da 3. Baskısı 2009’da gerçekleşmiş bulunan eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Öncelikle özet bir giriş ile başlıyorum ve bunun arkasından ezelî kader ilmine göre varlığın aslî tertibini açıklayacağım.
Sonra aslî kuralları; küllî, yüce ve ilâhî önemli kaidelerin esaslarını belirteceğim.
İnsân-ı Kâmilin hâli, mertebesi ve alâmetleriyle ilgili bir takım şeyleri zikredeceğimiz bölümde ise kitap sona erecektir. Çünkü insân-ı kâmil gâî (gaye ile ilgili) illet (sebep) ve son varlıktır. İlklik, onun mertebesinden ortaya çıkar; o, kevnî (varlıkla ilgili) ve rabbânî iki denizin bileşimi, imkânî ve vücûbî (bırakılması mümkün olmamayla ilgili) iki makâmın aynasıdır.
Allah, hakkı söyler ve dilediklerini sırât-ı müstakime ulaştırır. ” (Özet Giriş‘ten)
“Sahih keşif ve açık müşâhede şunu ifade etmiştir:Bir şey, her hangi bir şart olmaksızın, li-zâtihî (kendiliğinden) bir şeyi gerektirirse, zâtı devam ettiği sürece o şeyi gerektirmeğe devam eder; zâtına zâid (artan) bir şartla o şeyi gerektirirse, bu şarta ve bu şartın hükmünün sürmesine göre, o şeyi gerektirir.
Bu şart bir veya birden fazla olabilir; sâbitlikle ilgili bir durum veya selbî (olumsuzlamayla ilgili) bir nisbet veyâhut zihinde her ikisinden mürekkeb (terkib edilmiş) olarak bulunabilir; hükmü sonlu ve muvakkat (geçici), ya da belirsiz ve sonsuz olabilir.
Bir şey, kendisine nâkız (bozucu) ve zıt bir şeyi meydana getirmez. Bu manevî, ruhânî, unsûrî-gayr-ı unsûrî tabiî türlerindeki neticesinin farklı sûretleri için geçerlidir.
Fakat bir şeyin kendisinden zıt ve farklı bir şey meydana getirmeyişi, hiçbir şart olmaksızın/min-haysü hüve hüve ve tahkik erbâbının bildiği özel bir vecih itibariyle böyledir.
Şayet bir şey kendisinden farklı ve zıt bir şeyi meydana getirmişse, bunun sebebi, o şeyin zâtının dışında, haricî bir şart veya şartlar olmasıdır; bu şey, söz konusu şartlara ve bu şartların birleşmesinden oluşan duruma göre meydana gelir. “De ki, hepsi kendi istidâdına göre amel eder.” (İsra, 84)
Herhangi bir şeyden bütünüyle kendisine benzeyen bir şey meydana gelmez; aksi halde Varlık, bir hakîkatte ve bir mertebede aynı tarzda iki defa zuhûr etmiş ve meydana gelmiş olurdu ki, bu da, meydana gelmiş bir şeyi tekrar üretmek demektir / tahsillü’l-hâsıl. Böyle bir şey ise, faydasız ve anlamsız /abes olduğu için, imkânsızdır. Hakîkî fâil olan Allah, böyle bir şey yapmaktan münezzehtir.
Nitekim şu ifade bu kabîldendir: Hak Teâlâ, bir veya iki şahıs için, bir sûrette iki defa tecellî etmemiştir; muhakkak ki, tecellîler arasında bir veya daha fazla açılardan farklılık ve ihtilaf bulunmalıdır.
Çokluğun ve çok olanın varlığına sebep olan şey, mutlaklığı itibariyle / min-haysü hüve hüve, bulunduğu hâl üzeredir. Bu şey, herhangi bir zuhûr ile belirmez ve müşahede sahibi için görünen hiçbir yerde temeyyüz etmez (kendini göstermez). (İlm-i İlâhî’de Temel Kâideler başlıklı bölümden (s.14-15)
No Comments