Sadreddin Konevî Kitaplığı/ İlahi Nefhalar’dan (Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yay.1.Basım 2015) alıntılar
“(…) Bilginin insanlarda nasıl ortaya çıktığı gösterildi bana! Bilginin insanlarda ortaya çıkışı (öğrenme süreci) söz konusu beş mertebedeki taayyününe ve insanların beş mertebeden olan payına bağlıdır. Hak zikredilen mertebelerin sûretlerini zatımda bana gösterdi ve bir defada temel hakikatlerimi ve sıfatlarını ortaya çıkarttı. Ben de (haricî) varlıktan önceki sabitliğin (ayn-ı sabite) kendisiyle zata ait bilgiden olan payımı ve tümel istidadımı gördüm.
Bu istidat ile insanların geneline göre bana izafe edilen varlığı kabul etmiştim. (…) Hakk’ın zatının bilgisine ait bu payın bana ve o esnada bildiğim şeylere nasıl iliştiğini gördüm. Bu ilişme ve taalluk, Hakk’ın bilgisinin mücerret manalara, isimlere, sıfatlara, yok (olan) mümkünlere, nispetler ve izafetler gibi öteki bilinenlere iliştiği gibidir. (…) Hakk’ın zatî bilgisinden olan payımı hakikatten olan payım ile gördüm. (…) ‘Sizi imtihan edeceğiz ta ki bilelim‘ (Muhammed,31) ve ‘Allah ve Resulü amelinizi görecektir‘ (Tevbe, 94) gibi âyetlerin sırrını gerçekten sırlı bir tarzda gördüm. Şimdi ona -tam açıklamadan- değiniyorum. Çünkü o bilgi bilgilerin en yücesi, en kapalısı ve en şereflisidir. Her şeyi ihata eden zikredilen beş ilahi mertebenin hükmünün gereğiyle her varlığın beş mertebesi olduğu gösterildi bana! Birinci mertebe varlığın ayn-ı saniyesi cihetinden dikkate alınmasıdır. Ayn-ı sâbite bir şeyin Hakk’ın zatî bilgisinde ezel ve ebedde tek bir vetirede (süreçte) bulunmasıdır. Hakk’ın bilgisinde bulunmak söz konusu şeye lazım olan bazı hükümler ortaya çıkartır. Hükümler o şeyin Hakk’ın bilgisinde bilinen (malum), kendisine nispetle ise yok (madum) olması cihetinden sabittir. ardından bir varlığın ruhaniliği cihetinden dikkate alınması gelir. Her şeyin bir ruhaniliği vardır. O ruhaniliğin saltanatı ve hükmü bazen zahirdir ve gözükür; bu kısımdaki kere misal olarak melek, cin, insan ve hayvan vb. şeyleri verebiliriz. (…)” (s. 31-32)
“(…) Hakkında ‘camilik’ hükmü verilmiş şeylerden birisi mutlak varlıktır. (…)
İşaret edilen gecede ve zikredilen müşahedede gördüklerimden birisi özel-zatı tecellîlerdir. Bunlar mutlak zâttan ‘Ta ki bilelim,’ (Muhammed, 31) âyetiyle dikkat çekilen bilginin kendisiyle ortaya çıkmışlardır. (…) Kadim-hâdis, unutan-hatırlayan, cahil-alim, ihata eden-edilen, her şeye fayda veren ve her şeyden bilgi alan olarak gördüm kendimi! Bunların hepsi bir müşahedede gerçekleşmişti. (…) O müşahedede daha önce görmüş ve görmemiş olduğum her şeyi gördüm. Bildiğim her şeyi bildiğim tarzın dışında yeniden öğrendim. Bunun neticesinde kendim ve eşya (şeyler) hakkındaki bilgim yenilendi.
Bazı bilenlere nispetle bilginin zan olduğunu gördüm. (…) Gördüm ki bazı insanlar için bilgi fikrinin bir sıfatıdır. Bazıları için bilgi sınırlı aklının bir sıfatı, bazılarına göre aklının bir haliydi. (…) Son olarak kendimi gördüm: Bana izafe edilebilecek hiçbir bilgi yoktu. Bununla birlikte kendim bilginin hakikatinin ve bütün mertebelerin aynası haline gelmiştim. (…)
Mertebe ve hakikatlerden birisi mutlak hakiki bilgiydi. O bilginin mertebesi benim tam hizama gelince, Hakk’ın veya varlığın bilgisinden vaktin, halin kuşattığı ve gerektirdiği şeyi bilmek benim vasıtamla ve bende zuhur etti. (…) (s. 34-35-36)
(…) ‘Orta’ noktada duruşu, hattâ oturuşu olmayan bir insanın bilgisinin sahih olmadığını gördüm. ‘Orta’ varlık ve mertebe dairesinin vasatı ve Hakk’ın mertebesine tam paralel makam demektir. (…) Noktanın üzerinde duran ve onun sahibi olan kişi Allah’ın kâmil, genel ve kapsayıcı terazisidir. (…)” (s. 37-38)
Bu esnada şunu gördüm: Bir insan işaret edilen orta (noktadaki) bilgiye ulaşmamış herhangi birisinden bilgi alarak alınan bilgiye -bilgi diye isimlendirilenler arasında müşterek ‘orta’ noktada bulunmak hükmü yayılmamışsa- öyle bir bigiye bilgi demek doğru değildir. Öyle bir bilgi kesinlikle hayal ve zan mertebesini aşamaz. (…) Ortak bilginin hükmü makamın hükmünün ve ‘Rabbinin ikramından şunlara ve şunlara veririz.‘ (İsrâ, 20) âyetinin gereğince kendisine sirayet ederse -hakikati açısından değil- zahirî açısından zanları bilgiye dönüştürür. (…) Şu var ki kâmil insan o bilgiyi onayladığı da bilgi kesinlik kazanır. Rivayet edilen bir hadîs-i şerifte zannın tasvip edilip onayla bilgiye dönüşmesine işaret edlir. Hz.Peygamber kapalı bir durum zikretmiş, onunla sahabesini sınamıştı. Bir sahabi sezgiyle Hz.Peygamber’in kapalı sözüyle Fatiha suresini kast ettiğini anlamış, bunu arz ettiğinde Hz.Peygamber şöyle demiştir: ‘Sen bilgi sahibi bir adamsın.‘ Hz. Peygamber’in takrir ve tasvibiyle sahabenin zannı ve sezgisi -önceden böyle değilken- bilgi haline gelmiştir. Anlayınız!” (s. 38)
No Comments