Sadreddin Konevî’nin Miftâhü’l-Gayb adlı eserinin Ekrem Demirli tarafından Tasavvuf Metafiziği ismiyle çevirisinden bazı alıntılar

 

Konevî tam bir nazariyatçı olarak düşüncenin çerçevesini ve yöntemini kesin sınırlarla tespit ederek İbnü’l-Arabî’nin düşüncelerini herhangi bir ‘yoruma’ olabildiğince kapattı. Konevî’nin bu yaklaşımı nesnelliğin ve ‘burhanîliğin’ göreceliğe karşı mutlak bir galibiyeti olarak görülebilir.” (s.12)

“Hak kendisinde hiçbir ihtilaf (kayıt) bulunmayan salt varlıktır.” ( s.28)

“İstidatlardan mücmel (öz) olanlar gayb, tafsîlî olanlar ise şehadettir.” (s.64)

“Bilinmelidir ki bütün yaratılmış hakikatlerin, isimlere mensup mertebelerin ve onların nispetlerinin arasında, yaratılmamış ve kendilerinden kaynaklanan bir tenasüp ve tenâfür (birbirini itme) vardır.” (s.66)

“Ana-baba olmaksızın sadece çocuğun veya öncüller olmaksızın neticenin yahut kökler olmaksızın ürünlerin tek başına kaldıkları durum, Allah ile aralarındaki özel yön (vech-i has) sırrıdır.” (s.68)

“Varlıkların zuhur etmesinin -salt birliğe değil de- birleşmeye bağlı ve onunla gerçekleşmesi sırrına şu âyette işaret edilir: Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ı tesbih ve takdis ederim.’ (Yasin, 36) Anla! İşaret edilen şeyi defalarca düşün ve bunları aklında tut ki Allah’ın öğretmesiyle bilenlerden olasın!” (s.69)

“Bu kitapta anlatılmak istenilen şeyin bir veya iki defa düşünülerek anlaşılması adeta imkânsızdır.” (s.91)

“Huzur, hakikati tam kavramaktan ibarettir. Bu ise karşısında huzur sahibi olunanı bildikten sonra gerçekleşir. (…) İşittiğini düşün, teemmül ve tahkik et! Çünkü o en nefis bilgi ve sırlardandır.” (s.94-95)

“Duadaki asıl maksat, bu maksat bilinsin veya bilinmesin, tâlibin varlığında ve varlığının bekasını temin etmede muhtaç olduğu şeyin elde edilmesidir. Bu sayede gerçekleşmesi mümkün kemâli elde eder.” (s.105)

“İnsân-ı kâmil yalancıların yalanının, saygısızların sahtekârlıklarının ve başarıya ulaşanların doğruluklarının kendisiyle ortaya çıktığı kimsedir. Şöyle deriz: İnsân-ı kâmilin alâmetlerinden birisi her mevcudun kadrini bilmesidir. O her şeyi Allah katında hakkıyla idrak eder ve ona hakkını verir. (…) İnsân-ı kâmilin başka bir alâmeti de hüküm verdiği konuda isabet etmesi ve kendiliğinden bir şeyi kendisine izafe etmemesidir. (…) İnsân-ı kâmilin işaret edilen alâmetlerinden birisi de şudur: İnsan bir şeyi bilir ama adeta onu bilmiyor gibidir. Bir şey işitir, ama adeta onu duymamış gibidir. Bir şey olur, ama adeta o şey olmamış gibidir. Bir şeyi görür, ama adeta o şeyi görmemiş gibidir. ” (s.193-195)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked