Seçtiğim iki gazete yazısından alıntılar (başlıklar: “Üniversite ve değişim: Tanım ve hedef” ve “İrfansız ve hikmetsiz bir Sünniliğin vebali kime ait?”)
“(…) Örneğin, günümüzdeki aslî sorun “doçentlik yabancı dil sınavı taban puanı” ya da “öğretim üyelerinin doktora sonrasında taşıyacakları ünvân” değildir; ama gündemimizde bunun ötesine geçen bir “üniversite” tartışması yoktur.
(…)
Batı ortaçağında Bologna, Coimbra, Salamanca, Salerno, Oxford benzeri şehirlerde kurulan üniversitelerin çoğu ilerleyen yıllarda Paris Üniversitesi’ni izleyerek teoloji, hukuk, tıp ve felsefe bölümlerinden oluşan kurumlara dönüşmüşlerdir.
(…)
Bu dönemde üniversiteler aynı lisanda (Latince) eğitim yapmış, studium generale çerçevesinde her ülkeden öğrenci kabûl etmiş, ihtisas kazandırmak yerine tüm “bilgi”yi aktarmaya çalışmış, verdikleri dereceler her yerde geçerli olmuştur.
Modernlik ve Fransız İhtilâli sonrası gerçeklik “üniversite” üzerinde kapsamlı değişim yaratmıştır. Convention nationale tümü kapatılan yirmi üç “üniversite” yerine “ihtisas okulları” kurulmasını kararlaştırarak yeni bir dönemin başlangıç noktasını oluşturmuştur.
(…) Bu uygulama merkezileşen “yeni devlet”in taleplerine verilen yaygın bir cevaptır. On dokuzuncu asır, Fransız modelini örnek almayan toplumlarda, örneğin Prusya’da da “meslek okulları”nın doğuş ve yükselişine tanıklık etmiştir. (…)
İç kurallarını oluşturmada özerkliğe sahip, eğitimin büyük bölümünü aynı lisanda (Arapça) veren, dereceleri İslâm âleminde geçerli medreseler de Batı ortaçağının “üniversiteleri”ne benzemişler, ancak modern çağa uzanan süreçte onların geçirdiği dönüşümü yaşamamışlardır.
Bu tespit, özerklik alanı daha sınırlı olan Osmanlı medresesi için de geçerlidir.
(…)
Medresenin gelişim çizgisi, on dokuzuncu asır Osmanlı idarecilerini Fransa örneği ile Avrupa’daki ihtisas okullarından etkilenen ve devlete memur yetiştirmeyi hedefleyen “mekâtib-i âliye” tesisine yöneltmiştir.
(…)
Cumhuriyet, meslek okulları, Darülfünûn ve ıslâhı için İkinci Meşrutiyet döneminde yoğun çaba harcanan medreselerden oluşan “yüksek eğitim” mirası devralmıştır. Medreseler devre dışı bırakılınca geri kalanlar rejimin “ideolojisini yeniden üreten” ve “devlete eleman yetiştiren” kurumlar olarak örgütlenmişlerdir. (…)
İstanbul ve Ankara üniversitelerinin değişik alanlarda parlak bilim insanları yetiştirmesine karşılık Türkiye’de yaratılan “gelenek” ağırlıklı biçimde “memur yetiştirme” ve “devlete hizmet” merkezli olmuştur. (…)
Türkiye’de “üniversite”nin temel sorunu oluşan “gelenek” ve mevcut “kavramsallaştırma”dır. (…)
Büyük çapta kâğıt üzerinde kalan “araştırma üniversiteleri” girişiminin hayata geçirilmesi bu alanda atılacak ilk adım olabilir. Fakat gerçek bir dönüşümün gerçekleştirilebilmesi her şeyden önce “üniversite”nin işlevinin sadece “memur yetiştirme” ve “meslek kazandırma” olmadığının kabûlünü gerekli kılmaktadır. ” ( M. Şükrü Hanioğlu, Sabah, 11 Mart 2018, “Üniversite ve değişim: Tanım ve hedef” başlıklı yazısından) https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/03/11/universite-ve-degisim-tanim-ve-hedef
Mahmud Erol Kılıç ‘ın “İrfansız ve hikmetsiz bir Sünniliğin vebali kime ait?” başlıklı yazısının (Yeni Şafak, 11 Mart 2018) dört yerinden birer alıntı sunacağım. Bunlardan son ikisini, yazara bir mektup gönderen, aslen Afganistan’lı olup şimdi Konya’da yaşayan, orada hem imamlık yapan hem de yüksek lisans öğrencisi olan Seyyid Arif’in mektubundan birer bölüm oluşturacak.
“Sünniliğin irfansız ve hikmetsiz salt bir fıkıh ekolü haline indirgenmesine şiddetle karşı çıkmamız lazım. Yoksa eriyen ve bir taraftan gizlice Vahhabileşirken diğer taraftan mealcileşen bir yeni Sünnilik anlayışı sahayı kaplamaya başladı. (…)
(…) Montesqiou’nun Kanunların Ruhu’nu, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını, Orhan Münir Çağıl’ın Hukuk Felsefesi makalelerini ve de Makasıdu’ş-Şeria eserlerini okumadan yönetmelikleri ve mevzuatı okumak bize ne Hâkim, ne Kâdı ve ne de Müftî verir. Bir Molla Fenârî çıkmaz bu anlayış ve müfredattan. (…)
Küçüklüğümüzde dinî eğitim almak için gittiğimiz camilerde, imamlar elifbe cüzünü bitirdikten sonra Kur’an-ı Kerim ile birlikte sırasıyla Çehâr Kitâb (dört kitaptan oluşan mecmua), Hafız’ın Divanı, Kul Hoca Ahmet (Ahmet Yesevi’nin Divanı), Nevayi’nin Garâibüs-Sıgar’ı, Sadî’nin Bustan ve Gülistan’ı, Huveyda Divan’ı, Sofi Allah Yar’ın Tuhfetü’l-Âbidîn vb. gibi eğitici ve ahlakî eserleri de okuturlardı.
(…)
İşte yüzyıllardır böyle bir Geleneğin devam ettiği bu bölgede bugün, bırakın yukarıdaki müfredatın okutulmasını, bu ulu insanlar, yazdıkları engin eserler ve hoşgörülü düşünce dünyaları yüzünden en çirkin ifadelerle tekfir edilerek İslam dışına itilmeye çalışılmaktadır. (…)” https://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/irfansiz-ve-hikmetsiz-bir-sunniligin-vebali-kime-ait-2044797
No Comments