“Şerhu’l- Mevâkıf’ta İrade Bahsi”

 

Müellifi Seyyid Şerif Cürcânî olan, çevirisini Ömer Türker‘in yapmış olduğu, “Şerhu’l-Mevâkıf’ ta İrade Bahsi” başlıklı yazının (Teklif 2 aylık düşünce dergisi sayı:3 / Mayıs 2022, s. 215-217) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı. (Şerhu’l-Mevâkıf , Durak yerlerinin şerhi / açımlanması anlamında.)

“Denilmiştir ki, irade menfaat inancı veya zannıdır. Bunu söyleyen, pek çok Mu’tezile kelamcısıdır. Onlar şöyle demiştir: Kudretin fiilin iki tarafına nispeti eşittir. İki taraftan biri hakkında menfaat inancı veya zannı meydana geldiğinde kudret sahibi kimse nezdinde o taraf baskın gelir ve onun kudreti o şeye tesir eder. Denilmiştir ki, irade sözü edilen inanç veya zan değildir, aksine bu, sâik/dâiye denilen şeydir. İrade ise o inancı veya zannı izleyen meyildir. Nitekim kerahet, zarar inancı veya zannını izleyen kaçınmadır. İrade, inanç veya zan kabilinden değildir. Zira biz kendimizde falanca fiilde bir menfaatin kazanımı veya bir zararın giderilmesi olduğu inancından sonra ona yönelik söz konusu inancı izleyen bir meyil buluyoruz. Kendimizde bulduğumuz bu meyil, hiç şüphesiz menfaate veya zararın giderilmesine dair bilgiden zorunlu olarak başka bir şeydir. Yine kudret sahibi çoğunlukla bir fiilde fayda olduğuna inanır veya böyle zanneder. Ama bununla birlikte bu meyil meydana gelmedikçe o fiili irade etmez… Eş’arîlere göre irade ise güç yetirilen şeyin iki tarafından birinin gerçekleştirilmesine mahsus bir sıfattır. Mu’tezilenin söylediği meyle gelince biz duyulur dünyada bu meyli reddetmiyoruz fakat bu meyil irade değildir. Zira irade, görüş birliğiyle, güç yetirilen iki şeyden birinin gerçekleştirilmesine mahsus bir sıfattır.(…) Sonra meylin duyulur dünyada (şâhid) meydana gelişi, onun duyularla algılanmayan âlemde (gâib) de meydana gelmesini gerektirmez.Şâhid ve gâibin farklılığı nedeniyle gâib şâhide benzermiş gibi kıyaslamak doğru değildir. Şu halde mutlak iradenin meyille açıklanması doğru değildir.” (s.215-216) “Kadîm irade, irade edilen şeyi zorunlu kılar. Yani yüce Allah’ın iradesi O’nun fiillerinden herhangi birine taalluk ettiğinde o fiilin var olması gerekir ve Allah’ın iradesinden geri kalması imkânsızdır. Bu hususta din mensupları ve de filozofların görüş birliği vardır.Ama Allah’ın iradesi başka birinin fiiline taalluk ettiğinde o fiilin varlığını zorunlu kılıp kılmadığı hususunda emrin anlamının irade olduğu görüşünü benimseyen Mu’tezile muhalefet etmiştir. Çünkü emir, isyankârların durumunda olduğu gibi, emredilen şeyin varlığını zorunlu kılmaz.” (s.216) “Hâdis iradeye gelince bunun irade edilen şeyin varlığını zorunlu kılmayacağında görüş birliği vardır. Yani bizden birinin iradesi, kendi fiillerinden birine taalluk ettiğinde Eş’arîlere göre -her ne kadar irade, irade edilen şeyle birlikte ise de – irade edilen o fiili zorunlu kılmaz. Ebu Alî el-Cübbâî, oğlu Ebu Hâşim ve Mu’tezile’nin müteahhirîninden bir grup bu hususta Eş’arîlerle hemfikirdir. Nazzâm, Ebu Hüzeyl el-Allâf, Cafer b. Harb ve Basra Mu’tezilesi’nin mütekaddimîninden bir grup ise hâdis iradenin, yapma kastı olması durumunda irade edilen şeyi zorunlu kılmasını mümkün görmüştür.(…) Fiille birlikte olan iradedir ki bu, kasıttır. Bunun ise fiili zorunlu kılmasını mümkün görmüşlerdir. (…) Mu’tezile’nin aksine bize göre irade menfaat inancı veya bunu izleyen meyil şartına bağlı değildir. Çünkü irade, bu ikisi olmadan var olmaktadır. İrade, nefsin haz veren şeylere istek duyması demek olan arzudan başkadır. (…) İrade temenniden de başkadır. Zira muhakkiklere göre irade yalnızca kendisine eşlik eden makdûra (güç,kuvvet, elden gelen) taalluk eder.Temenni ise zâtî imkânsıza ve geçmişe taalluk edebilir.” (s.216-217)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked