” Sıkı günlerin kaymağını yiyenler salim akılla izah edilemeyecek bir zümre oluşturdu.”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “ALIN TERİ GÖZ NURU” üst-başlığı altında çıkan “HAVALI MI, HAVASIZ MI? SULU MU, SUSUZ MU?” başlıklı, 24 Recep 1443 (25 Şubat 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=111&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki yazının üçüncü paragrafından yaptığım bir alıntılamayla bu yazının başlığını teşkil etti) bu yazıyı oluşturacak.
(…) Hiçbir akıl ne havalı, ne de havasız tarihten konuşma tarzına uygun yaratılmıştır. Sulu veya susuz tarih de aklın kabul edeceği şeyler değil.
(…) Türkler pazar ekonomisinin doğuşunda değil, sadece kapitalizmin idame etmesine yarayan mekanizmaların belirginleşip hız kazanmasında rol oynadılar. Dikkat ettiyseniz gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi ifade ettim: Pazar ekonomisini kapitalizmle eşanlamlı saydım. Oysa kapitalist olmayan bir toplumda da pazar ekonomisi yaşayabilir. Bir topluma kapitalist dememiz için birikmiş ve mümkün olduğu kadar az elde tutulan sermayenin bütün kamu hayatını biçimlendiriyor olması gerek. (…)
Türklerin toplum bünyesi daha başından kapitalizmle zıtlaşma halindeydi. Türklerin hâkimiyet kurduğu topraklarda “özel toprak mülkiyeti” yoktu. Çarşıda, pazarda her ne satılıyor olursa olsun fiyatına ancak devlet müdahalesiyle kavuşuyordu. (…) Hiçbir meşguliyet kârlı olması hasebiyle meşruiyet kazanamıyordu. Bütün bu rüya kabili şeyler geçmişte mi kaldı? Türk milleti olarak bu suale cevap teşkil edecek bir sıkı görmedik. Gerçi cumhuriyetin ilânıyla başlayıp 27 yıl devam eden tek parti yönetimini bir ‘sıkı’ saymamız mümkündür. (Başlığı oluşturan alıntı buradan) (…)
Türklerin kendi millî hususiyetlerine bürünmekten başka bir yerden fayda göremeyecekleri hükmünü doğrulayacak bir eğilimin önü açılmıyor. Beynelmilel kapitalizm böyle bir açılmanın kendisi için ölüm şerbeti olacağının bilincindedir. (…)
İnsanın kendine mahsus bir özünün olmadığı, insanı hususiyetlerle bezeyen şeyin onun tarihi olduğu dile getirildiğinde kast edilen şey fert olarak insanı algılamanın mümkün olmadığıdır. İnsan varsa hem mensubiyetleri ve hem de aidiyetleri itibariyle vardır. İnsana şöyle veya böyle bir öz yakıştırmağa yeltenenler neyi gözden kaçırıyor? Onların gözden kaçırdığı gerek mensubiyetlerin ve gerekse aidiyetlerin tarih içinde sahip oldukları ağırlıktır. (…) Aidiyet keyfiyet farkını üretir. Keyfiyet hatiple o hitaba maruz kalan arasındaki değer iletişimine merbuttur. Ne 1921’de İstiklâl Marşı’nın altına imza atan Mehmet Akif bir Arnavut şairidir, ne de aynı yıl Göl Saatleri kitabını yayınlayan Ahmet Haşim Arap şairi. Her ikisi de şiire yakınlık duyan herkesin gözünde birer Türk şairidir. Kimin gözünde ne olduğumuz kendimizin de hesaba katılır bir göze sahip olup olmadığımızla sıkı sıkıya bağlıdır. ”
No Comments