Sıla-i Rahim nedir ?: Akrabâlık ve Aile üzerinde düşünceler

 

” Rahim (akrabalık) Rahmân’dan bir daldır.” ( Hadîs-i şerîf, Tirmizî, Birr, 16/1924.) ‘Sıla’ veya ‘v-s-l’ kökü ile ‘rahim’ arasında irtibat kurmak, kelimeye tam uyan bir anlam vermek zor gelmiştir bana. Bir de konu Rahîm ve Rahmân ile ilişkilendirilince anlam daha da zorlaşır. Kudsî hadiste Allah’ın “Ben Rahmân, akrabâlık Rahîm’dir, ismimi ona verdim (Ebû Dâvud, Zekât, 45 / 1694; İbn Hanbel, 1/195, 1687.) dediği aktarılır. Bu da anlamayı zorlaştıran bir ifade olabilir. Bununla birlikte kelimelerin ifade tarzlarına takılmadan akrabâlık ilişkileri, bu ilişkileri korumak, ziyaret ve diğer vazifeleri yerine getirmek gibi her kültürde aşina olduğumuz beşerî ilişkiler yönünden konuya yaklaşmak gerekir. O zaman ‘sıla-i rahim’ için hangi ifade kullanılırsa kullanılsın sahih ve gerçek insanî ilişkilerden söz etmiş olmalıyız.

(…) Her şeyden önce akrabalık Mekke gibi kabile toplumlarında erdemler sıralamasının başlarında yer alan güçlü ve kurucu bir ilişki ağıdır. Mekkeliler akraba bağlarıyla övünür, birbirlerini himaye etmek, birbirleri için kahramanlık ve fedâkârlık yapmakla iftihar ederler. Arap toplumunda akrabalık bağlarının gücünü gösteren örneklerden birisi kan davası konusundaki duyarlılıklarıdır. (…) “Kırk yıl intikam beklemek için uzun zaman değildir” şeklindeki atasözü bu konuda hâfızanın ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Arapların neseb ilmine olan düşkünlükleri bu bağlara verdikleri önemle ilgili olduğu kadar kabile hiyerarşisi de aynı zamanda ‘model kabile’ ve ‘model dil’ anlayışını beraberinde getirir. Bütün kabileler Mekke’nin hâkimiyetini elinde tutan Kureyş’in civarında sıralanmış, dilleri ve kültürleri de Kureyş ile ilişkileri ölçüsünde değer kazanmıştır. “Halife Kureyş’tendir” bu hiyerarşinin bir ifadesi olarak kabul edilebilir. (…) Hz. Peygamber Lut Peygamber’in “Keşke güçlü bir dayanağım olsaydı” (Hûd, 80) şeklindeki tazarrusunun ardından Allah’ın peygamberlerini kabile dayanışmasıyla himaye ettiğini söylemiştir. Diğer peygamberleri bilmiyoruz lâkin Hz. Peygamber’in belirli bir ölçüde himaye gördüğünü biliyoruz. Bunlar İslâm’ın kabile dayanışması konusundaki müsbet yaklaşımının örnekleri kabul edilebilir. (…) Vakıa kabile ilişkilerindeki riyakârlığı ve yıkıcılığı dinî metinler kadar açık-seçik tespit eden başka metin yok gibidir. (Çağdaş psikanalitik gelenek istisna olarak görülebilir.) Bu meyanda Yûsuf sûresi tam olarak kabile dayanışmasında ihmâl edilen hakikati anlatır. (…) Hikâye Kur’ân-ı Kerîm’de ‘en güzel hikâye’ olarak betimlenir. Hz. Yûsuf Yakub Peygamber’in oğullarından birisidir ve babasının teveccühünü kıskanan kardeşleri kendisini öldürmeye kalkarlar. Bu ve benzeri âyet-i kerîmeler Mekke’deki dayanışmanın örttüğü riyakârlığı, hırsı ve yalanı teşhir eden uyarı olarak okunmuş olmalıdır. Sûredeki Yûsuf’u Hz. Peygamber, basit menfaatler nedeniyle onu öldürmek isteyen kardeşlerini ise Kureyş kabilesi olarak düşündüğümüzde, mesele daha dokunaklı bir hâl alır. İnsanlar beşerî varlıklarını ve çıkarlarını korumak üzere dayanışsalar bile, mefaatler çatıştığında dayanışma çözülür, kardeşlik ve himaye yerini düşmanlığa bırakır. Hz. Peygamber’e kabilesi tam olarak böyle davranmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de amcası Ebu Leheb’den söz eden âyet-i kerîme (Tebbet,1-3) tam olarak bunu anlatır. (…)” (Ekrem Demirli’nin “Bir Mektup Geldi O’ndan Kur’an’ın Anlamına Yolculuk” kitabının (fikriyat) SILA-İ RAHİM NEDİR? : AKRABALIK VE AİLE ÜZERİNDE DÜŞÜNCELER bölümünden bazı alıntılar.)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked