Suad El-Hakîm’in İbnü’l-Arabî Sözlüğü’nden(Çeviren: Ekrem Demirli, Kabalcı Yayınevi) iki terim:Ayn-ı Sabite/A’yân-ı Sâbite, Dalal/Hayret

 

Ayn-ı Sâbite / A’yân-ı Sâbite : Ayn-ı Sabite iki lafızdan oluşur: İbnü’l-Arabî ayn ile hakikati, zatı ve mahiyeti kastederken, sübût veya sabit ile de insan mahiyetinin veya üçgenin zihindeki varlığı gibi zihnî veya aklî varlığı kasteder. (…) O halde İbnü’l-Arabî a’yân-ı sâbiteden söz ettğinde, varlıkların şahıslarının bulunduğu duyulur ve hâricî âlemin yanında eşyanın(şeylerin) hakikatlerinin veya akledilir mahiyetlerinin bulunduğu akledilir âlemin varlığını ifade etmiş olur. (…) Sübût âlemindeki varlık ve yokluk, var olana ait iki nitelik değil, hakikat anlamındaki ayn‘a verilen iki nispet veya bağıntıdır. Buna göre sübût dışta değil akıldaki bir varlık durumudur. İbnü’l-Arabî şöyle der: Bir şeyin varlığı sabit ise veya yok sayıldığında, böyle bir şeyin bağıntıyla veya göreceli olarak hem varlık hem de yoklukla nitelenmesi mümkündür. (…) A’yân-ı sâbite mutlak bilinmezliğinde Hak ile duyulur âlem arasındaki bir mertebeyi oluşturur. Buna göre onlar, bir yandan Tanrı’nın batınlık mertebesinden ilk tenezzülü (inmesi) -ki feyz-i akdes’dir- öte yandan dış âlemde bulunmayıp Tanrının ilminde sabit olan ve bütün varlıklarda etkili, hatta bütün varlıkların aslı olan örneklerdir.

Geçen metinlerden şu ortaya çıkar: A’yân-ı sâbite dış varlıkta ortaya çıkmalarına rağmen imkân hallerinden ayrılmazlar. Buna göre onlar Tanrının bilgisinde bulunmaları yönünden ezelî olmakla birlikte, dış varlık kokusunu koklamış değillerdir. Sübût âleminde hangi hal ile bulunmuşsan, şayet varlığın sabit olmuşsa var oluşunda onunla ortaya çıkmışsındır. Yokluk özelliğindeki ve yoklukta sabit olan a’yân(-ı sabite) varlık kokusu koklamamıştır. Buna göre onlar, mevcutların sûretleri artsa bile, kendi hallerinde kalırlar. Kuşkusuz sübût âlemi, ilahi ilim veya bütün varlıkların kendisinden ortaya çıktıkları ilim mertebesidir. İlim mertebesi, duyulur âlemimizde ortaya çıkan bütün mevcutları içeren basit âlemdir. (…) Geçen ifadelerden bütün tikellerin kendilerini taşıyandan ayrı olarak sübût âleminde tikel bir tarzda bulunduğunu görmekteyiz. Son sözümüz: Tanrının zuhur yolundaki tenezzüllerinden ikincisini temsil eden duyulur âlem varlığıyla a’yân-ı sabite âlemini ortadan kaldırmaz. (…) ” (s. 90-93)

Dalal , İbnü’lArabî’de hayret ile eş anlamlıdır.

‘Bir şeyde tereddüt etmek, kuşkuya kapılmak demektir. Bir âyette ‘hayret’ ‘hayran’ şeklinde yer almıştır. Şeytanların heves verip, yeryüzünde şaşkın (hayran) bıraktığı kimse (6:71) Müfessir Kadı Beyzâvî bu âyetteki ‘hayran'(şaşkın) kelimesini yoldan sapmış ve hayrette kalmış kişi olarak yorumlar(Beyzâvî, Envârü’t-Tenzil,I:41)

‘Hayret’in tanımını vermeden önce el-Fütühâtü’l-Mekkiye‘den bir metin aktarmak istiyoruz. Bununla ‘hayret’in doğuşunu ve hangi varlık düzleminde ortaya çıktığını anlayacağız. Böylece de ‘hayret’i tanımlamaya bir giriş yapabileceğız. “Allah sizi ve amellerinizi yaratmıştır.”(37/96). “Attığında sen atmadın, Allah attı” (8:17), “Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürmüştür” âyetleri hayret konusuyla ilgilidir. Hz. Peygamber bu âyetler kapsamında şöyle buyurmuştur: ‘Ben senin övgünü hakkıyla yerine getiremem, sen kendini nasıl övdüysen öylesin.’ İşte bu kavuşma halidir. Ebû Bekir es-Sıddîk ise bu bağlamda: ‘İdrâkin yetersizliğini idrak idraktir.’ Böylece o da hayrete düşmüş ve dolayısıyla ermiştir. O halde Tanrı’da hayrete ulaşmak, O’na ulaşmanın ta kendisidir. En büyük hayret, tek hakikatte sûretlerin farklılaşması nedeniyle tecelli ehlinde gerçekleşir.

“(…) Şu halde hayret ile kalan kimse şaşırır; hayretin varlığı ile kalan ise doğru yolu bulmuş ve ermiştir.(Fütuhat,IV:42-43)

Bu ifadeden hayretin tezahür ettiği yüksek mertebe ortaya çıkar. (…) O halde hayret nihai hakikatin zıtları kendinde birleştirmesinden kaynaklanır. (…) Zıtların bir araya gelmesi bir hayrete yol açar. Buradaki hayret marifetten kaynaklanan bir hayrettir. İbn Arabî’deki tanımı: Hayret tecellîlerin sürekliliğine bakmak ve her tecellide kendisini tanımakla birlikte Allah’ ı bilmenin dalgalarında boğulmaktır. (…) Bilen bilgisini kuşattığı gibi, hayret de sahibini kuşatır. (…) ‘Zalimlerin ise ancak dalaletleri artar.’ İşte bu Muhammedî hayrettir. Hz. Peygamber söyle demiştir: ‘Benim sendeki hayretimi artır.’ (…) Allah’ın yaratanı olduğunu bildiğini iddia edip de hayret etmeyenin hali bilgisizliğine delildir. (…)” (s.273-274-275)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked