Süleyman Seyfi Öğün’ün bir yazısından sözler
Yeni Şafak gazetesi yazarlarından, bir akademisyen ve entelektüel olarak düşünür yanı ile dikkatimi çeken, dolayısıyla yazılarını ve konuşmalarını izlemeye çalıştığım Süleyman Seyfi Öğün’ün 29 Şubat 2016 tarihli Yeni Şafak’ta çıkmış olan “Doğanın kültürelleştirilmesi” başlıklı yazısından seçtiğim sözlerini aktaracağım.
“İnsanın doğaya müdahalesi, özellikle modern dünyada öyle bir düzeye geldi ki; artık onun çevrimsel düzenini aksatmaya başladık.”
“Evvelemirde, insanın doğa ile ilişkisinin ‘doğal’ bir ilişki olmadığını görmek gerekiyor. (…) İnsanın doğa ile ilişkisi ‘kültürel’dir.”
“Kültür her ne kadar yüzlerce mânâya sahip olsa da, esasta doğal olmayana dönük bir göndermedir.”
“(Doğadan kopuşumuzun mutlak olmadığını biliyorum: İçgüdülerimiz hâlâ bir bağı tortusal düzeyde de olsa devam ettiriyor.)”
“İnsan insan olmasını, kültürel dinamikler üzerinden doğanın çevrimlerini bozup, bunun üzerine kendi çevrimlerini inşâ etmesine borçludur.”
“Doğadan kopuş başlıbaşına sorunludur. Ama uygarlıklar jenaratörü olarak bildiğimiz, adına târih dediğimiz yeni çevrim de o derecede sorunludur. Hâsılı insan iki katlı bir örselenmenin çocuğudur.”
“Tuhaflık şurada: doğayı nesneleştirdikçe; yani, doğanın öznesi olmaya soyundukça, garip bir şekilde târihinin daha fazla nesnesi oluyoruz.”
“Doğanın bilgisini dışarıdan görerek onu açıklayabiliyoruz. Bu nesnel bakıştır. Doğanın bilimi, içerdiği nesnellik üzerinden doğayı bize uygun kılacak hâle getiriyor. Doğayı daha fazla ‘açıklama’kapasitesi kazanıyoruz. Bunun bedeli ise artık doğanın ne olduğunu ‘anlamak’ konusunda biraz da uzağa düşürüyor. Gerçekten de feylozof Kant’ın; özellikle de Yeni Kantçıların dediği gibi biz doğayı açıklayabiliriz belki, ama asla anlayamayız. Anlamanın ‘içeriden’; ‘açıklamanın’ ise dışarıdan geldiğini unutmayalım.”
“Târihin binlerce senesini kapsayan toprağa dayalı uygarlıklar insanın doğadan kopuşunu dramatik bir kesinlikle hissettirmiyordu. Doğa-uygarlık ayırımı o derecede keskin değildi. Hele hele, bu uygarlıkların temel direklerinden birisini oluşturan metafizik derinlik kopuşu dengede tutuyordu. Ama modernlik her türlü târihsel dengeyi alt-üst etti. Genelde metafiziği, özelde de Tanrıyı aradan çıkardı. İnsan ile doğayı temel bir karşıtlık olarak ortaya koydu. Doğa ile savaşmak ve onu alt etmek modern zihniyetin yücelttiği bir erdem hâline getirildi.”
“Modernlikte doğanın kültürel yorumu çift katlıdır. Bir yandan doğa olarak doğanın, içerdiği bütün çevrimsel kanunları şehvetli bir şekilde onanır.
Bunlar özellikle ‘girişim’ ve ‘birikim’ ve reelpolitik gibi acımasız süreçleri yönetir. Darwin’in biyoloji tezlerinin bir çırpıda sosyalleştirilmesi bunun uzantısıdır. Sürecin ilham kaynağı modern ‘doğaya övgü’ ritüellerindeki neo-pagan ruhtur. Doğada güç savaşı vardır ve bu târih için de normal karşılanmalıdır. Yâni doğayı dize getirecek olan seçilmiş güçler ilhamını yine doğa olarak doğadan almaktadır. Doğa olarak doğayı, doğadan aldığımız bir güçle alt edecektik. Ama çok sıkışınca; hele hele bu kavganın insan açısından da yıkıcı olabilecek; daha mühimi bu acımasız birikimi de zora sokabilecek etkilerini, soyut, doğa olarak doğa olmayan; lâkin kültürelleştirilmiş bir doğa hakemliği üzerinden sağlayacaktık.”
“Doğanın hak ve hukuk taşımadığını; içinde kardeşçe yaşanacak bir orman olmadığını biliyoruz. Ama temel postülamız ne tuhaftır ki ‘doğal hukuk’tur. Doğanın bir imge ve simge olarak kültürelleştirilmesi, bu defâ ‘insan doğası’, ‘doğal toplum’, ‘doğal hukuk’, ‘doğal hak ve özgürlüklerimiz’ üzerinden rasyonelleşir. Artık yüceltilen; seçilmişlerin ayrıcalığına işâret eden ve ‘ilkel’i küçümseyen ‘uygarlık’tır. Kendi hâlinde, üstelik doğaya, kendi inanç ve gelenekleriyle modernlerden daha bitişik yaşayan ilkeller ya ‘uygar’ olacak; veya mahkûm edilecektir. Araya giren Romantik güzellemeleri ise, bu çift katmanlı kültürel durumun; yani girişime ve birikime odaklı şehvet ile düzenleme odaklı rasyonalizasyon arasındaki bir nefeslenme olarak görüyorum.”
“(…): Girişim ve birikiminin yoğunlaşmada istiab haddine gelip küresel olarak merkezkaça geçtiği, parçalandığı turbo kapital dünyâda, ekonomik olarak alan boşaltmalarda ve yeni alan düzenlemelerde yaşanan ve yaşanabilecek her kaybın rasyonalizasyonu ve telâfisi, etkili bir doğacılıktan geçer. Ekonomizmin ve reelpolitik’in biraz daha dokunulmazlık kazandığı bir dünyâda doğa savunusu, her zaman olduğundan biraz daha tuhaf gelmiyor mu size?..”
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
No Comments