Aristoteles Posts

Ömer Türker’in “Evrim Teorisinin Sorunları-IV” başlıklı yazısından alıntılar

 

İslam Düşüncesi ve Felsefesi alanında değerli ve seçkin bir akademisyen ve bir entelektüel olarak Prof. Dr. Ömer Türker‘in “Evrim Teorisi” gibi tartışılan önemli bir konuyla ilgili olarak, en önce “Evren Tarihi Düşüncesi” başlıklı yazısını CİNS adlı dergide (Nisan 2020/Sayı:55) okuduk. Ardından da yazarın aynı dergide (Haziran 2020/Sayı:57) “Evrim Teorisi” başlıklı yazısı çıktı. Bu yazıyı “Evrim Teorisinin Sorunları-I” başlıklı yazı (Temmuz 2020/Sayı:58) izledi. “Evrim Teorisinin Sorunları-II (Ağustos 2020/Sayı:59), “Evrim Teorisinin Sorunları-III” (Eylül 2020/Sayı:60) ve bu ayki dergide (Ekim 2020/Sayı:61) “Evrim Teorisinin Sorunları-IV” başlıklarıyla okuduğumuz yazıları çıktı.
Bu yazıları önemine binâen tanıtmak / olabildiğince çok kişi tarafından okunmasına yardımcı olmak için nâçizane her yazıdan alıntılamalar yapmak suretiyle bir çaba içerisinde oldum.

İşte değerli yazarın bu son yazısının da birkaç yerinden alıntılar:

Tahlilin bu aşamasında önemli bir sorun daha ortaya çıkmaktadır: Şayet metafizik kabulleri dâhil etmek, biyolojik açıklamaya herhangi bir katkıda bulunmuyorsa niçin dâhil edelim? (…) Bir evrimci biyolog bu soruları gayet haklı bir şekilde sorabilir. Evet, teoriler bilinmeyen unsurları bilimsel açıklamanın bir parçası olarak kullanabilir. Fakat böylesi durumlarda bilinmeyen unsurların, açıklanması amaçlanan olgunun parçası olarak öngörülebilmesi icap eder. (…) Sözü edilen metafizik kabuller, doğrudan gözlenen biyolojik olgunun bir parçası olmadığı sürece biyologu bu kabulleri açıklamaya davet etmeye zorlamak makul değildir. Fakat bu tartışmadaki sorun, bir bilimsel araştırmaya onda bulunmayan unsurların dâhil edilip edilmeyeceği değildir. Sorun, biyoloji seviyesindeki bir araştırmanın, var oluşun anlamına ilişkin ilkeleri bilimsel bilgi dağarcığının dışında bırakmaya kâdir olup olmamasıyla ilgilidir. (…).

Belirli bir örnekten hareket edebiliriz fakat kelam, felsefe ve tasavvuf gelenekleri için örneklerin hiçbir önemi yoktur. (…) Daha anlaşılır olması için buğday tohumu örneğini kullanalım. Önce kelam geleneğinin açıklamasına bakalım. Kelamcılar arasında özellikle erken dönemde farklı açıklamalar bulunmakla birlikte hicrî üçüncü yüzyıldan itibaren kelam geleneğinin hâkim teorisi atomculuk üzerinden ilerleyelim. Bir bütün olarak kelam geleneği buğdayın toprak altında çillenmesine üç katmanlı bir açıklama sunar:

1. Teorik fizik: Atomcu kelamcılara göre buğday ve başka bütün nesneler, atomlardan oluşur. (…) Tek özellikleri boşlukta bir mekan tutmalarıdır. Bir araya gelen parçalar sayılarına, diziliklerine ve yoğunluklarına bağlı olarak duyu algılarına konu olabilen yahut duyusal olarak idrak edilemeyen nesneleri oluştururlar. Dolayısıyla buğdayı akla gelebilecek tüm nesnelerden
ayrıştıran şey, onu meydana getiren atomların diziliği ve yoğunluğudur.

2. Metafizik: Bölünmeyen parçalar veya atomlar kesinlikle kendi başlarına var olamazlar, Tanrı tarafından yoktan yaratılırlar. Yaratma faaliyeti atomların hem var edilmesini hem de temel durumlarının tamamını kapsar. Temel durumlar derken kastedilen, birleşme, ayrılma, hareket ve sükûndur. Bunların her biri arazdır. Arazlar ise iki anda sürekli değildir. (…) Bu kısa tasvirden anlaşılan, hiçbir şeyin ezelî olmadığıdır; bütün yaratılanlar sonradan meydana gelmiştir. Dolayısıyla mevcutların hem başlangıçta var oluşu hem de sürekli var olmaları Tanrı’nın iradesine bağlıdır. Kelam geleneğine göre nesneler ya da olgular arasındaki ilişki, insan açısından sadece bir alışkanlık, Tanrı açısından ise bir âdetten ibarettir. (…) İlahî fiiller tabii ki hikmetle doludur ve biz bu hikmeti anlamaya çalışırız. Fakat Aristotelesçi geleneğin söylediği gibi nesnelerin sabit suretleri ve bunlarda içerilen gayelerinden söz etmek mümkün değildir. (…) Bütün geleneklerin ortak noktası şudur: İlahî bilgi, bizim için kuşatılabilir olmadığından ayrıntılı şekilde bir gaye tahlili yapamayız, sadece fiillerin düzenliliğini kavramaya ve yaratılışın bütününe dair bilgilerimiz doğrultusunda hikmetini kavramaya çalışırız.
(…)

Bu açıklamaya göre buğdayın zaman ve mekâna bağımlılığı onun yaratılmış olduğunu ve ancak bir fâil tarafından meydana getirildiğini gösterir.(…) Buğdayın belirli şartlarda yetişmesi, şu şu özelliklere sahip olması, muhtelif türlerinin bulunması, akla gelebilecek bütün özellikler, ilahî irade ve kudrete bağımlıdır. Dolayısıyla buğdayın yetişme şartları ve özellikleri hakkındaki bütün bilgilerimiz, yalnızca ilahî irade ve kudretin âdetini verir. (…) Sadece metafizik bir kabul olarak, ardışık düzenin hikmeti bulunduğu ve buğday hakkındaki bütün bilgilerimizin bu hikmeti kavrama yolunda atılmış adımlar olduğu düşünülür.

3.Fizik: Nesneler atomların kombinasyonlarıyla (muhtelif telifler) oluşur. Bu kombinasyonlar tamamen ilahî iradeye bağlıdır. Tanrı dilediği şekilde mevcutların yapısını şekillendirir, dilerse onların varlıklarını idame ettirir, dilerse arazları yaratmayı bırakmak suretiyle yok eder. (…) Tanrı telifi sürdürdüğü için bir nesne varlığını sürdürür. (…) Gazzâlî’nin meşhur örneği:ateşin varlığı ile yakması birbirinden farklı olgulardır yani ateşi de yakmayı da ayrı ayrı yaratan Tanrı’dır. (…) Buradan çıkan çok önemli bir sonuç vardır: Tanrı, bir taşı insana, bir insanı maymuna, bir solucanı büyük bir filozofa çevirebilir. (…) Çünkü idrak ettiğimiz nesnelerin
hiçbiri aksi imkansız denecek şekilde sabit bir hakikate sahip değildir. (…) Buğday türsel birliğini koruduğu halde özelliklerini değiştirebilir. (…) Eşya (şeyler -a.a.-) hakkındaki nihai hükümlerimiz bu ardışık düzene bağlı olarak değil, onların meydana gelmesini mümkün kılan nihai metafizik ilkeler doğrultusunda oluşur. (…)

“Yitirilmiş Hikmeti Ararken”adlı kitaptan (müellifi: İlhan Kutluer) bazı sözler/ifadeler (6)

 

(…) Onlara “Sizin dünyanız” dediği dünya hayatının hakkını nasıl vereceklerini, bunu yaparken âhiret şuurunu nasıl edip de kaybetmeyeceklerini öğretti. (…)