Sıradışı saydığım iki gazete yazısından…
“(…) “Dînî-dünyevî” farkı o kadar sert işlenmiştir ki, ideolojilerin teolojilerden derin ve esaslı bir kopuş olduğu sanısı yaygınlaşmış; tartışılmaz bir ön-kabûl hâline gelmiştir.
“(…) “Dînî-dünyevî” farkı o kadar sert işlenmiştir ki, ideolojilerin teolojilerden derin ve esaslı bir kopuş olduğu sanısı yaygınlaşmış; tartışılmaz bir ön-kabûl hâline gelmiştir.
Günümüzde hâlâ 1960’lı yıllardan bu yana yaşadığımız bir açmaz (paradoks) varlığını sürdürüyor. “1960’lı yıllardan bu yana” dememin nedeni de o yılların, bizzat ülkemizde ve dünyada olup bitenleri, konuşulanları, iddiaları, tartışmaları anlamaya, onlar üzerinde düşünmeye, akıl yürütmeye başladığım ilk gençlik yıllarım olması.
“(…) Kutuplaşma, kimlik siyasetinin yaygınlaşması, medyanın uç görüşlere toplumsal temsillerinin fazlasıyla üzerinde görünürlük kazandırması ve tartışma konularını gündemde tutması, toplumsal fay hatlarının kitleleri kapsayacak biçimde genişlemesi benzeri nedenlerle küresel bir olgu boyutunu kazanmıştır.
“Hakikatin, en kendini bilir olandan, en kendini bilmeze kadar herkese, teoriden azade, yığma fikirden uzak, çıplak, yalınkat ve tamamen hissi bir dokunuşu olmalı. Çünkü hakikat, insanların sadece bir kısmının fikretmeye memur olduğu bir mesele değil, alimden cahile bütün insanların bir ömür mesai vererek cevabını tamam etmeye mecbur olduğu yegâne soru aynı zamanda.