insan-ı kâmil Posts

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, c.2’den bazı sözler

 

Başlıkta adı belirtilen eserin müellifi Muhyiddin İbn’ul Arabî(m.1165-1240) olup eseri tercüme ve şerh eden Ahmed Avni Konuk‘tur (m.1868-1938). Eserin tercüme ve şerhini yayına hazırlayanlar ise Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın‘dır(1937-1995).

” ‘İnsân-ı kâmil’ rubûbiyyeti mutlak Rab olan Allah’dan aldığından, onun mazharında görünen tüm fiiller ve hâller mutlaka marzîdir (razı olunmuş). Nitekim Hızır (a.s.) sefîneyi deldi ve gulâmı(genç erkek) katl eyledi. Bunlar zâhiren münker işlerden olmakla, Mûsâ (a.s.)ın inkârına cevâben ‘Ben o işleri kendi nefsimin emriyle işlemedim’ (Kehf, 18/82) buyurdu. Zîrâ (Yûsuf, 12/53) âyet-i kerîmesi gereğince ‘Nefis kötülük’ ile emreder. Fakat Hak emrinde hikmet sahibidir. Dolayısıyla kâmil insandan çıkan fiiller, görünürde çirkin bile olsa razı olanın fiili olduğundan mutlaka marzîdir (razı olunmuş).

İmdi Hak Teâlâ onu Rabbi katında marzî olmasıyla nitelemekle, İsmâil (a.s.) a’yândan(hakikatler) kendisinin dışındakiler üzerine fâzıl (üstün) oldu. Ve ‘ey nefs, Rabbine rücû eyle (dön)!’ (Fecr, 89/27-28) denilen her mutmain nefs de (şüphesi kalmamış nefs) bunun gibidir. Ve İsmâil (a.s.) Hak Teâlâ hazretlerinin her şeye yaratılışını yani istidâdıyla taleb ettiği hakkını verdiğine vâkıf oldu. Kazâ ve kader sırrına erişme de insân-ı kâmilin hâlidir. Ve insân-ı kâmil mutlak Rabb’in terbiyesi altındadır; ve zât isminin mazharıdır. (…)” (a.g.e., c. 2, s. 148)

İki kitaptan ve bir gazete yazısından alıntılar

 

(Kitaplar: (1) Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi- IV, s.377-380 arasından iki alıntılama, müellif: Muhyiddin İbn Arabî, tercüme ve şerh: Ahmed Avni Konuk, yayına hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı– Dr. Selçuk Eraydın, MÜİFV Yayını; (2) Fusûsu’l- Hikem’in Sırları, s. 93-94’den bir alıntılama, müellif: Sadreddin Konevî, Çev.:Ekrem Demirli, Kapı Yay.) (Yazı: 7.11.2019 tarihli Yeni Şafak’ta çıkan Gökhan Özcan‘ın Ceketimin iç cebi başlıklı yazısının birkaç yerinden alıntılar)

Yukarıda belirtilen sıraya göre, kitaplardan tıpatıp olmayan (kolay okunabilmesi ve anlaşılabilmesi için bazı kelimeler yerine onların karşılıklarının konulduğu ve ifade biçimlerinde küçük değişiklikler yapıldığı) alıntılamalar ve gazete yazısının birkaç yerinden aynen alıntılar sunulmuştur.

“Namazın kapsadığı sırlar vardır ki, o sırlar sebebiyle namaz, (S.a.v.) Efendimize sevdirilmiştir. O sırlar da, bir hadîs-i kudsîde beyan buyrulduğu üzere, âlemin izâfî varlığı, ilâhî sevgiden ibâret olan Hakk’ın akledilebilir hareketinden meydana geldiğinde, o hareket, âlemi, izâfî yokluk olan ilmî hakîkatler mertebesinden izâfî varlık mertebesine taşıdı. Ve bu akledilebilir hareket de üç yön ile gerçekleşti: Birisi kâinatdan(cosmos) ibâret olan süflî âlemin îcâdı için meydana gelip yukarıdan aşağıyadır. Ve bu hareket tersine dönme(baş aşağı) hareketidir. Diğeri ilâhî isimler için gerçekleşen doğru hareketdir ki aşağıdan yukarıyadır. Zîrâ süflî âlemin varlığı olmadıkça ilâhî isimler görünür olmaz. Üçüncüsü o ikisi arasında olan ufkî(yatay) hareketdir. Bu da insan âleminin îcâdı için olan hareketdir. Zîrâ insanın ortaya çıkması süflî âlemle esmâî âlem arasında gerçekleşir. Ve namaz bu üç hareketi toplayıcıdır. Şöyle ki musallînin (namaz kılanın) namazda kıyam(ayaktaki) hâli doğru hareket; rükû’ hâli yatay hareket; ve sücûd hâli de başaşağı hareketdir. Bu hareketlerden her birisi süflî âlemde var olan bir tür mahlûkun zâtî hareketidir ki, bunlardan insanın hareketi doğru, hayvanınki yatay ve bitkininki başaşağıdır. Cemâdın(‘donuk’ diyorlar birileri) kendi zâtından bir hareketi olmadığı için bunlardan birinin nisbeti mümkün değildir.” (s.377)

“Seçkinlerin seçkinleri” için 13. asırda yazılmış bir eserin tercümesi olan kitaptan alıntılar

 

Sadreddin Konevî‘nin(d.1210-v.1274) Miftâhü’l-Gayb adlı eserinin Ekrem Demirli tarafından Tasavvuf Metafiziği adıyla dilimize çevrilmesi ve yayınlanmasıyla (Kapı Yay., 1. Basım: Aralık 2014) okuma imkânı bulduğumuz kitabın birkaç yerinden alıntılar sunacağım.

“Allâh’ım! Sana yönelirken yolu bulmak üzere kendisini vesile edindiğimiz Efendimiz Hz. Muhammed’e ve onun ailesine kendine dost seçtiğin kişiye merhamet ettiğin gibi merhamet eyle. O’nun ümmetinin seçkinlerinden razı ol. Bu rızanla onları kendi katında saygın bir makama ve yüce mertebeye yerleştir. Bu hamdi dileyenin kalbi ve her istek ve ifâdesinde lisanı ol ki, onun kalbi en nurlu kalb, sözü de en doğru söz olsun. Âmîn.” (s.15)

Bil ki, bu kitap insanların avamı ve geneli için yazılmadığı gibi seçkin insanlar için bile yazılmamış, ‘seçkinlerin seçkinleri’ için yazılmıştır. Onlar sülûk ederken gayelerine varmadan önce kitapdan yararlanır, onun ince sırlarıyla başlangıç hâllerini hatırlarlar. Sonra kemâle ererler ve kemâle erdirirler; şükrederler, basîretlerinin artmasını dilerler. Hak da basîretlerini artırır. Artık cem ve vücûd, yaratma ve tertip sırrına ve nihâî amaç olan sırra kulak ver! ‘Allah hakkı söyler ve doğru yola hidâyet eder.’ (Ahzâb, 33/4) (s.47)