küll Posts

“Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi” adlı eserden kısa bir bölüm

 

Birazcık daha kolay anlaşılır kılınarak bu değerli eserden kısa bir bölümü aktarmak sûretiyle İslâm ilim ve düşünce âleminin seçkin âlimlerinden ve düşünürlerinden Muhyiddin İbn Arabî’nin (d.1165- v.1240), kendi ifadesiyle “İşte bu kitap meliklerin hizmetkârlarına hizmetleri esnâsında ve âhiret yolunda gidene de kendi nefsinde fayda sağlayıcıdır (s.69-70)” dediği eseri hakkında nâçizane bir tanıtımı ya da hatırlatmayı amaçladım.

“(…) ‘Takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmakların kıyılarında, güçlü ve yüce Allah’ın huzûrunda hak (sıdk / sadakat) meclisindedirler.’ (Kamer, 54/54-55) Bu âyet-i kerîmeye Muhyiddin İbn Arabî’nin Tedbîrât-ı İlahiyye adlı eserinde (Tercüme ve şerh: Ahmed Avni Konuk; Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Mustafa Tahralı; s.315-316) yer verilmesi bağlamında şöyle denilmektedir:

Fusûsu’l Hikem’den sâbit hakîkatler, isti’dâdlar, kader ve kaza üzerine alıntılar

 

Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin (d.1165 Endülüs, Mürsiye – v.1240 Şam, Dımaşk) Fusûsu’l-Hikem adlı eserinin Ahmed Avni Konuk(d.1868 İstanbul, v.1938 aynı şehir) tarafından harf inkılabı öncesinde (1915-1928) Arapçadan Osmanlı Türkçesine tercümesi ve şerhi yapılmış; 1987’de Mustafa Tahralı ve Selçuk Eraydın(d.1937 Balıkesir- v.1995 İstanbul) tarafından latinize olarak günümüz Türkçesinde ilk cildi hazırlanıp yayınlanmış olan bu eserin diğer üç cildinin yayınlanması işi de 1992’de tamamlanmıştır. Benim alıntılar sunacağım ciltler 2017’de 7. Baskısı yapılmış olanlardır. “Alıntılar” diyorum ama tıpatıp alıntı değil bunlar; okunması ve anlaşılması daha kolay olsun diye, aslına anlam bakımından sâdık kalmak kaygısıyla, bir şekilde (kelime karşılıkları verilerek, daha da sadeleştirilerek) ifade edilmiş, böylece orijinal metin aynen aktarılmış olmamaktadır.

“Senin ayn-ı sâbiten (sâbit hakikatin) saadet ve kemâli gerektirip Hakk’a, hâl diliyle ‘benim üzerime saadet ve kemâl ile hükm eyle’ demiş ve dolayısıyla dış varlıkda yani bu dünyada o ezelî hükmün eseri sende saadet ve kemâl sûretinde görünür olmuş ise, bundan dolayı ancak nefsini öv; çünkü hüküm senindir. Ve eğer sâbit hakikatin eşkiyalığı, haydutluğu ve noksanı gerektirip, Hakk’a bu hükmü verdiği için, bu âlemde sen şekâvet ve noksan üzere isen, bundan dolayı da nefsini kına, çünkü hüküm yine senindir. Hidâyet ve dalâlet, hayr ve şer ve her şey, varlığı feyzlendirme i’tibariyle elbette ki Hakk’ındır. Yoksa sâbit hakikatler, Hakk’a ne hüküm vermiş ve Haktan kendileri için ne istemiş iseler, o zuhûr ettiği için bunların cümlesi hakikatlerdendir. Dolayısıyla eğer zulüm vakı’ olursa halkdandır, Hak’dan değildir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur (meâlen) : ‘Biz sana anlatdığımız şeyleri (En’am, 6/146) Yahudilere daha evvel haram kılmışdık. (Bununla) biz onlara zulmetmemişdik. Fakat onlar kendilerine zulm etmiş oluyorlardı.’ (Nahl, 16/118) (Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-II, s. 69)