metafizik Posts

” İnsanın bütün âlemin var oluş sürecini temaşa ettiği hikâye”

 

Ömer Türker, aylık CİNS dergisinin Ocak 2021 sayısında çıkan “Adem-Havva Kıssası Ve Başlangıç Sorunu Hakkında Bir Mülahaza” başlıklı yazısına şöyle başlıyor: ” Âdem-Havva kıssası, tek başına değerlendirmeye elverişli değildir. Zira bu kıssa, genel olarak insanın kendisini ve yaşadığı dünyayı anlamlandıran, âlemdeki yeri ve gayesini ifade eden kapsamlı bir hikâyenin parçasıdır. İnsan bu hikâyede sadece kendisinin değil, bütün âlemin var oluş sürecini temaşa eder.” Böyle diyor ve ekliyor: “Bu sebeple de Âdem ve Havva’nın yaratılışı hakkındaki değerlendirmeler, sadece insan türünün oluşum süreciyle ilgili değildir, bilhassa metafizik, kozmoloji ve dünya tarihi tasavvuruyla ilgili pek çok ayrıntıyı barındırır.” Alanında seçkin bir akademisyen ve entelektüel olarak yazar, daha sonra meselenin değişik yönlerini görmemizi mümkün kılacak hususları sıralıyor. Bu hususların her biri hakkında birer cümleyle özetleme yaparsam, yazıyı tanıtmış olacağımı umuyorum. Yazının bütününün okunarak yararlanılmasına bu tanıtımın faydası olacağını düşünüyorum.

“Felsefe Geleneğinin Açıklaması”

 

Ömer Türker‘in Evrim Teorisi ve onun sorunları konusunda CİNS adlı aylık dergide yayınlanan yazı dizisi devam ediyor. Derginin bu sayısında (Kasım 2020), adını andığım bu değerli akademisyen ve entelektüel kişinin kendi alanıyla da ilgili olarak “Felsefe Geleneğinin Açıklaması” başlıklı yazısı çıktı. Bu yazıdan yer yer yapacağım alıntılamalarla, bu önemli ve tartışılagelen konuda üstad sayılan yazarın bilgi ve düşüncesini yansıtan bu yazıdan da, haberi olmayanları haberdar etmektir nâçizane amacım.

İslam filozoflarının doğal bir olayı açıklamada kelamcılara nazaran daha uyumlu bir tavır sergilediği görülür. Filozoflar arasında da Kindî ve İbn Rüşd gibi hâkim yaklaşımdan farklı düşünenler vardır. Fakat İslam felsefesinde ‘resmi bilimsel açıklamayı’ Fârabi ve İbn Sîna çizgisi temsil eder. (…)

Aristoteles’in teorik fiziğini benimseyen İslam filozoflarına göre buğday ve başka bütün nesneler madde ve suretten oluşur. Buğdayın bir buğdaylık sureti vardır. Bu suret o maddenin kuvveden fiile intikal ederek bilfiil var olmasını sağlar. (…) Madde ve suretin birliği, birine işaret edildiğinde diğerine de işaret edilmiş olacak şekildedir. Her ikisinin de varlığı birbirinden bağımsız değildir. (…) Dolayısıyla buğdaya bir türsel hakikat özelliğini kazandıran ve onu tahakkuk ettiren şey suretidir.

Suret Aristoteles’te olduğu gibi gayesini kendi içinde taşır. Buğday ekildiğinde yine buğday hasat edilmesi, her bir nesnenin suretinde onun gayesinin içkin olmasındandır. Gayenin kendisi, nesnenin oluşum süreçlerini gözlediğimizde, varlığını aklen kavradığımız bir ilkedir.

Ömer Türker’in “Evrim Teorisinin Sorunları (lll)” başlıklı yazısından alıntılar

 

Aylık CİNS adlı derginin Eylül 2020 sayısında (sayı: 60) çıkan bu yazıdan yer yer alıntılar sunacağım.

“Önceki yazıda bahsettiğim senaryodaki olaylar dizisini ve açıklamayı olduğu gibi koruyalım. (…) Evrilmeye sebep büyük salgınlar olduğunu tespit etmiş olalım. Fakat bütün bunların ilâhî bir irade tarafından gerçekleştirildiğini ve evrenle birlikte dünyada gerçekleşen her şeyin ilâhî bilginin bir eseri olduğunu kabul edelim.

İlâhî bilginin bize kapalı yönünün kurtların evrim sürecine ilişkin bilgilerimiz arttıkça vazıh hâle geldiğini ve değişimlerin, âlemin bütünüyle ilgili nihai bir gayenin parçası olduğunu düşünelim. Bu gaye, vahdet-i vücûdcu sûfilerin düşündüğü gibi Varlık’ın ezelden ebede süregiden zorunlu zuhuru veya ilâhî isimlerin zorunlu tecellisi olabilir.

Gaye, kelamcıların düşündüğü gibi tam olarak bilme imkânımız bulunmayan bir hikmetin tahakkuku ve ilâhî teklifin bir uzantısı olabilir. (…)

Şimdilik bunlardan herhangi birinin olabileceğini kabul edelim. Kısaca teoriye doğal süreci aşkın bir fâilin bilinçli müdâhalesini ve nihai tahlilde ondan kaynaklanan bir gayeyi dâhil edelim. Bu durumda evrimci izah, açıklama gücünü kaybeder mi?

Bu sorunun iki yönlü bir cevabı vardır.
Birincisi, bunları dâhil etmek biyolojik seviyede hiçbir katkı sağlamamaktadır. (…) Çünkü bilgimizin değiştiği kısım, biyolojiyle ilgili değil, biyolojide incelenen nesne veya durumun var olmak bakımından özellikleriyle ilgilidir, yani metafiziktir.

(…)

Pekâlâ bu mülahazalar ne işe yarar? Bu değerlendirmeler bize insanlık dediğimiz şeyin ne olduğuna, genel olarak hayatın anlamına, yapılan fiillerin insan olarak bize katkısının bulunup bulunmadığına ilişkin metafizik bir kavrayış sunar. Bu kavrayış bizzat o fiilin gerçekleşme sürecinin doğru bir tasvirinden daha önemlidir fakat fiilin ‘alanla ilgili'(a.a.) çözümlemesine hiçbir katkı sunmaz.

(…)

İşte aynı durum, biyolojik bir olayın tasviri için de geçerlidir.

Metafizik mülahazalarımız, bir bütün olarak canlılar dünyasının ne anlama geldiğini ve bizim varlığımıza nispetle nasıl değerlendirilmesi gerektiğini tabii ki etkiler.

(…) Fakat bu değerlendirmeler, biyolojik bir olayın vakıaya uygun bir tasvirine katkı sağlamadığı gibi pek çok durumda da böyle bir tasvire dahi ihtiyaç duymaz. Bu sebeple evrimci açıklamanın sosyoloji ve siyaset gibi insan bilimlerindeki kullanımı ile biyolojideki kullanımını tamamen farklı değerlendirmek gerekmektedir. Lakin meselenin bu yönünü biyolojik yönünden sonra müstakil olarak değerlendireceğim.

Şimdi cevabın ikinci yönüne geçebiliriz. Metafizik fâili ve gaye kavramını dâhil etmek, evrimin biyolojik açıklamasından neyi eksiltir?

“Evrim Teorisinin Sorunları (II)”

 

Ömer Türker‘in CİNS adlı aylık dergide (Temmuz 2020/sayı:58) başlayan yazı dizisinin ilkini (Evrim Teorisinin Sorunları (I)), başlığını bu yazının başlığı olarak alıntıladığım ve aynı derginin bu ayki sayısında (Ağustos 2020/sayı:59) yayınlanan yazı izliyor.

Bu yazının bir bölümünü alıntılamakla yazı hakkında fikir ve bilgi sahibi olunacağını ve dileyenlerin yazıyı tümüyle okumaya yönelebileceklerini düşünüyorum.

“(…) Geldiğimiz noktada temel sorun şudur: 19. yüzyılın bilimsellik ideallerine sadık bir teori olan evrimin negatif kabulleri ile klasik dünyanın metafizik geleneklerinin pozitif kabulleri çelişmektedir. Negatif kabullerden kastım, evrimin bilimsel açıklamanın parçası olarak kabul etmediği hatta tam tersini düşünmemiz gerektiğini söylediği varsayımlardır: Hâricî bir fâilin etkisi ve oluşum süreçlerinin bir gayeyi hedeflemesi.Pozitif kabuller ise bunları olumlayan ve yukarıda tasvir edilen kabullerdir. Şimdi yukarıdaki soruyu tekrar sorabiliriz: Negatif varsayımlar, evrimsel açıklamanın organik bir parçası mıdır? Yoksa evrim, metafizik ilkelerle ilişkisi bakımından nötr hâle getirilebilir bir teori midir? Şayet negatif kabulleri, evrim teorisinin açıklama gücü ve faaliyetinin bir parçası olmaktan çıkarmak mümkünse tartışma, doğal süreçlerin açıklanmasından bağımsızlaştırılarak tamamen metafizik zemine çekilebilir. Bunun için evrimci bir açıklamayı ele alıp çelişik görünen yaklaşımları aynı olguya tatbik edeceğim. Bu, sadece evrimci açıklamanın negatif kabullerinin vazgeçilmezliğini göstermekle kalmayacak hem filozof, kelamcı ve sûfîlerin tam olarak ne demek istediğini açıklığa kavuşturacak hem de İslam düşünce geleneklerinin bize sunduğu imkânları ifşa edecek.

Varsayalım ki Büyük Okyanus’taki bir adada aynı türden bir memeli sürüsü yaşasın. Bunlar bir kurt türü olsun. Sonra büyük bir deprem olsun. Depremin etkisiyle ada ikiye bölünsün. Kurtların bir kısmı bir parçada, diğer kısmı ise ötekinde kalsın. İki ada arasındaki uzaklık kurtların intikâl edemeyeceği dereceye ulaşsın. Aradan geçen uzun asırlar sonrasında adalardan birindeki kurtlar çevre şartları nedeniyle değişim geçirerek öteki adadaki kurtlarla türsel birliğini kaybetsin. Mesela birkaç büyük salgından sonra hayatta kalmayı başaranların genlerindeki bozulmalar süreç içinde gen aralıklarının farklılaşması noktasına varsın, çiftleştikleri takdirde üreme kabiliyetlerini yitirsinler.

Evrim teorisi, böylesi bir türleşme sürecini açıklarken bizatihi doğal unsurları fâil hâline getirir. Buna göre salgınlar, büyük felaketler, mekansal uzaklık gibi çevre şartları, uzun zaman sürecinde türleşmeye neden olur. Bizzat çevre şartları dışında herhangi bir etkenin müdahalesini kabul etmez. Çevre şartlarının nasıl gerçekleştiği diğer bilimler tarafından açıklanır. Çağdaş bilimler birbirleriyle uyumlu şekilde hareket ederek tamamı fizik dünyanın içinde kalarak açıklama yapar. Bu durum açıklamayı yapan bilim adamlarının Tanrı’ya veya bir dine inanıp inanmamasıyla ilgili de değildir. Newton, Einstein gibi pek çok bilim adamı Tanrı’ya inanıyordu ve yaptıkları işi nihai tahlilde tanrısal fiillerin düzenliliğini keşfetmek olarak görüyordu.Fakat Batı’daki bilim devriminden sonra gelişen bilimler, bilimlerdeki metafizik varsayımların bilimsel açıklamaya herhangi bir katkısı olmadığı kanaatı üzerine inşa edilmiştir. Evrim teorisi aslında bu kanaatin en radikal sonuçlarının görüldüğü teorilerden biridir. (…) Dolayısıyla bu süreç, felsefî olarak ifade edildiğinde, bilincin bizatihi kendisinin varlığını idame ettirme çabasından ibarettir. (…) Böyle bakıldığında evrim teorisi, canlılar özelinde yapılmış tersinden bir panteist açıklamaya benzer. (…) Bu nedenle metafizik anlamda fâil ve gayeden yoksunluk, negatif bir ilke olarak evrimsel açıklamanın zorunlu ve vazgeçilmez bir parçası gibi görünür. (…) Fakat evrimci açıklamanın negatif ilkelerinin en vazgeçilmez göründüğü nokta aslında en dayanıksız noktadır. Bir sonraki yazıda da bu negatif varsayımların dayanıklılığını ölçmek için onları yok varsayarak evrimci açıklamanın hâlâ geçerliliğini koruyup korumadığına bakacağız.”

“Evrim Teorisinin Sorunları(I)”

 

Ömer Türker, CİNS dergisinin Haziran 2020 sayısında yayınlanan “Evrim Teorisi” başlıklı yazısının son kısmında “Bir sonraki yazıda değerlendirme aşamasına geçeceğim.” demişti. İşte başlığını bu yazının da başlığı olarak alıntıladığım bu yazısı o sözü gereği kaleme alınmış ve devamının olduğu anlaşılan bir yazı. Değerli, seçkin bir akademisyen ve entelektüel olan yazarın bu yazısından yer yer alıntılar sunmaktan, dolayısıyla bu önemli mesele üzerine bir akademisyen ve düşünce adamının yazılarından olabildiğince daha fazla kişiyi haberdar etmekten ibaret olacak bu yazı.

“Evrim teorisi, ortaya çıktığı zamana kadar canlıların yaratılışı hakkındaki temel kabullere aykırı görüldüğü için Hristiyan dünyada büyük tepki çekmiş ve pek çok ateşli tartışmaya yol açmıştır. Darwin’in hayatını inceleyen bazı araştırmacılar, onun uzun süren baş ağrılarının aslında psikosomatik olduğunu söyler. Zira gençliğinde Hristiyan kelamı eğitimi alan biri olarak Darwin, teorisinin geleneksel dinî kabuller bakımından ne denli yıkıcı sonuçlar doğuracağının farkındaydı. Nitekim teorisini açıkça ilan ettikten sonra ağrılarının hafiflediği söylenir. (…)

(…) Daha önce teoriyi özetlerken belirttiğimiz gibi teori oldukça vazıh bir şekilde klasik dünyanın iki temel kabulünü bilimsel açıklamanın dışında bırakır.

İlk olarak teori, canlılığın gelişim süreçlerini metafizik bir fâil kavramına başvurmadan açıklar. Hatta böylesi bir yaklaşımın doğal süreçleri anlamaya hiçbir katkısının olmadığını düşünür. Buna göre metafizik bir müdahale gözlenebilir bir şey değildir. Gözleme konu olmayan bir şey ise bilimsel açıklamanın bir parçası olmaz. (…) Dahası, türleşme süreçleri tamamıyla çevre şartlarıyla ilgili olduğundan önceden programlanmış da olamaz. Böylece teori, doğal süreçlerin açıklamasında her türlü ilahî müdahaleyi veya metafizik illeti bilimsel açıklamanın dışında bırakmaktadır. Fakat burada dışarıda bırakmak, en azından ilk bakışta, çürütmek veya aksini kanıtlamak anlamında değildir, ‘ilgisiz kalmayı ilke hâline getirmek’tir. (…) Süreçlerin tasvirindeki belirsizlikler, bilimsel araştırmanın umut vaat eden gelişimine havale edilmektedir.