modernleşme Posts

“Modern yaşama tarzının ilk adımı Kur’an indirildiğinde atıldı.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde ‘İsmet Özel Köşesi’nde “İslâmla Damgalanmış Varoluş” üst-başlığı altında çıkan “Modernleşmenin Varabileceği Son Nokta” başlıklı ve 11 Ramazan 1442 (23 Nisan 2021) tarihli yazısından ( http://istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=69&KatId=3 ) yer yer alıntılayacağım toplam on cümleden oluşacak bu yazı (başlık olarak alıntıladığım cümle ile onbir). İsmet Özel’in fikir ortaya koyduğu ve şair duyarlığı ile fikrini ifade ettiği yazılarının takipçisi olarak okuduğum yazılarını birkaç kişiyle de olsa paylaşma ve o yazılardan haberdar etme ihtiyacı duyuşum, alıntılardan ibaret bu yazıların ortaya çıkış nedeni.

(…) Vaktiyle modern dünya canını modernleşmekte aramıştı.  (…)
Kendimizi modernlik sıkıntısına bulaşmış biliyorsak Jürgen Habermas’ın modernliği bitmemiş bir proje olarak görüşünü yabana atmamak şartı altındayız. (…)

(…) Netice itibariyle modernlik müdafilerinin ittifak ettiği husus Allah kelâmı diye bir şeyden söz etmenin saçmalık olduğudur.

(…) Endülüslü Federico Garcia Lorca’yı küçümseme hakkını Batı’yı temsil imtiyazını elinde tuttuğuna inanan her İngiliz kendinde buluyordu.  (…)

Kazanç hırsıyla kuşatılmış dünya olmasaydı içimizde cennet özlemi çiçek açmaz ve biz neye değdiği yalnızca hesap gününde bilinecek işlere dalmazdık. (…) Asırlar boyu Mü’minler aldıkları her nefesin hesabını verecekleri şuuruyla yaşadı. Münkirler ise tekâmül nazariyesinin gereği hayatın ölümden sonra idamesini kendi sulbünden gelen insanların gündelik hayatları kalıbına soktu. (…)

“İşin içinde iş var”

 

İsmet Özel‘in, İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” üst-başlığı altında çıkan, 3 Cemaziyelevvel 1442 (18 Aralık 2020) tarihli ve “Suça Davetiye : Sosyal Hareketlilik” başlıklı yazısından yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı. Önemsediğim ve etkilendiğim bir yazı olduğu için, bu alıntılarla da olsa bu yazıdan haberi olmayanları haberdar etmek, ve kimler okuyacaksa
onlarla bunları paylaşmaktır niyetim.

Şiir yazdım. Tahsilim sırasında ilk defa sene kaybı yaşamış ben canımı dişime takmazsam gelecek günlerimi geçiremeyeceğimi biliyordum. Yazdıklarımdan hiçbir şey (Gerçekten söylüyorum: Hiçbir şey) anlamasa bile yazdıklarımın şiir olduğunu ilk fark eden Edip Cansever oldu. (…) Vizeyi almıştım. Bu benim beklediğimden daha fazla bir şeydi. Gençliğimde küçümsediğim birçok şeyle meşgul olarak bu yaşa gelmiş olsam da, yıllar boyu finallere girmedim. Girmeyişimin sebebini bu imtihanların 27 Mayıs 1960 sonrasında asla gerçekleşmeyişiyle izah edebilirsiniz. Gerçekten 27 Mayıs Türkiye Cumhuriyeti’ni İstiklâl Harbi galiplerinin ülkesi olmaktan çıkardı. (…) Tarih içinde İslâm’ı takip ile şekillenmiş ve temeli Kur’an tarafından atılmış Türk kültürünün ne fotoğrafı çekilebildi, ne de hikâyesi anlatılabildi.

(…) Zadegân sınıfının nereden gelip nereye gittiğine eğilmek herkes için eğlenceli olabilir. Nasıl oldu da kentsoylular zadegân sınıfının sırtını kolayca yere getirdiler? Çünkü mali sermaye hâkimiyet gücünü bütün maddi zorluklardan sıyrılmanın yollarını bularak almıştı.

(…) Her ülkenin şartları kendine mahsustu. Dolayısıyla sosyal hareketliliği bir esasa bağlama imkânını hiç kimse elinde tutmuyordu.

İsmail Kara’nın “Dünyayı güzelleştirme ihtirası” başlıklı yazısından alıntılar

 

İsmail Kara, yazılarını ve kitaplarını okumaktan, konuşmalarını dinlemekten önemli beklentilerim olan bir entelektüel, akademisyen ve yazar. Kendisi Rize çevresinde hafız yetiştiren merhum Kutuz hocanın oğullarından ve yetiştirdiği hafızlardan biri. İstanbul’da fikir ve aksiyon ortamında da üstâdı merhum Nurettin Topçu. Onun Dergâh dergisinin Temmuz 2020 sayısında çıkan, başlığını bu yazının başlığında belirttiğim yazısından yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Üsküdar iskelesinde o zaman gazete bayiliği yapan arkadaşım Oğuz Gökdağ sayesinde satın alarak
sahip olmayı düşünmeyeceğim çokça dergiyi görmek ve bu yolla birçok yazıdan, meseleden ve
önemli kişiden, bazı görsellerden haberdar olmak imkânım oldu. Sabahleyin vapur iskeleye yanaşıp
kapılar açılıncaya kadar ayaküstü dergilere bakar, ayırdığım birkaç tanesini yanıma alır, yolda veya
karşıda okuyacaklarımı okur, lüzumlu yerlerin fotokopisini çeker, akşam dönerken de iade ederdim.
Yeni çıkmaya başlayan Dekorasyon dergisini her seferinde yanıma almayı tercih ederdim, çünkü
zevkli ve dolu bir dergiydi; fotoğraflarını, çizimlerini, hatta zengin sınıfa hitap etmekle beraber iyi
hazırlanmış reklâmlarını rahat bir vakitte temaşa ve tetkik etmek isterdim.
Daha önce adını ve eserlerini bilmediğim, birkaç gün önce Beşir Ayvazoğlu’nun herhalde bu röportaj
vesilesiyle andığı Turgut Cansever’le ilk defa bu dergide karşılaştım. Tarih Aralık 1989. Kısmet o
zamanmış demek ki… Şimdi düşünüyorum da Hoca o sırada 70’e merdiven dayamış bir yaşta imiş.
Üsküdar vapurunda hayretle karışık diri duygular eşliğinde içine gömüldüğüm ansiklopedi boyu, çift
sütun, 7 sayfalık dopdolu konuşmanın başlığı da çok tahrik ediciydi doğrusu:
Mimaride yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye’dir” (dipnot: Dekorasyon, sayı: 11, Aralık 1989, s. 38-44, haz. Ömer
Madra-Fuat Şahinler. Bu konuşmanın metni için ayrıca bk.
Turgut Cansever, Kubbeyi Yere Koymamak, haz. Mustafa
Armağan, İstanbul, İz Yay., 1997, s. 15-41.)
İçinin nasıl doldurulduğunu henüz bilmemekle beraber başlık bana hiç mübalağalı gelmemişti. Halbuki sağcılık-milliyetçilik-muhafazakârlık kokan böyle cümlelerden hafif can sıkıntısı ile karışık bir
tedirginlik ve bıkkınlık duyardım/duyarım. Çünkü böyle başlıkların ve sözlerin umumiyetle arkası boş,
içi muhtevasız olurdu/olur. Sadece hamaset, lafazanlık… Şimdi, belki de cümlenin verdiği emniyet
hissinden ötürü “elbette öyle olmalıydı, başka ne olacaktı” dedim içimden.
Ama yıl 1989’dur, (…) , yeterince
farkedilmeyen sahteliklerin, sahtekârlıkların her tarafta kol gezdiği böyle bir zamanda böyle bir
cümleyi kim telaffuz edebilirdi?
(…) Belki henüz bilgi ve yakîn düzeyine yükselmemiş kuvvetli
bir histi (hissiyattı) sadece. (…)
Kimdi bu adam?!
Terceme-i haline de bir miktar baktım tabii. Daha sonra biraz daha fazla…

İki önemli gazete yazısından alıntılar

 

Bu günün (7 Ocak 2018 Pazar) iki gazetesinde(YeniŞafak ve Sabah) birer önemli yazı okudum. Mahmud Erol Kılıç‘a ve M. Şükrü Hanioğlu‘na ait bu yazılar. Bu iki yazının herbirinin üç yerinden alıntılar sunacağım.

İki gazete yazısından alıntılar…

 

Süleyman Seyfi Öğün’ün “Katı olan her şey buharlaşır da…?” başlıklı yazısından: