” ‘Tarihî Teknoloji’ Sergisi, İslâm Dünyasının Ortaçağını Aydınlatıyor”
Merhûm M.Orhan Okay‘ın SİLİK FOTOĞRAFLAR PORTRELER kitabının bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden bölümünün (s.172-178) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
” TOPKAPI Sarayı’ndaki ‘Minyatür Salonu’ çok dikkate değer bir sergiye sahne oluyor. Bundan beşyüz ilâ binikiyuz yıl önce, şaşılacak bir zekâ ve meharetle tasarlanmış, uygulanmış birtakım mekanik âletler, konuya ilgi duyan seyircilerin hayret dolu merak ve tecessüs bakışlarını bu objeler üzerine çekiyor. Beşyüz veya altıyüz ilâ binikiyüz yıl öncesi, Avrupa kıtasının karanlık Ortaçağ’ını içine alan bir dönemdir. Doğu’da ise İslâm dünyasında yukselmekte olan tefekkür ve ilim güneşinin aydınlattığı büyük bir coğrafya oluşmaktadır. Sergi, bu coğrafyada ilim adamlarının, birtakım ince hesaplarla tasavvur ettiği, eserlerinde çizimlerini yaptığı, belki büyük bir kısmını da pratik uygulamaya koyduğu yüzlerce mekanizmadan bir bölümünü sergiliyor. Bu âletler, döneminde kaleme alınmış veya daha sonraki yüzyıllarda istinsah edilmiş (nüshası çıkarılmış) yazma eserlerdeki tariflerden ve çizimlerden faydalanılarak günümüzde yeniden imâl edilmiş. (…) Bunların da dışında kaybolmuş, nice yangınlara maruz kalarak zayi olmuş pek çok el yazmasında daha başka âlet çizimlerinin bulunabileceği, şüphesiz birçoklarının da kitaplara girmemiş olabileceği düşünülürse İslâm Ortaçağı’nın zengin bir teknoloji devri yasamış olduğunu tahmin etmek güç olmaz.”
“Teşhir edilenler arasında basit görünüşlü olanlardan dönemine göre oldukça teferruatlı ve karmaşıklarına kadar zannederim elli kadar âlet var. Pusulalar, çıkrıklar, suyun nakli, özellikle yukseğe çıkarılması için su dolabı dediğimiz basit çarklar ve daha karışık mekanizmalar, sıvıları damıtma ve yoğunluklarını ölçme teknikleri, uzun deniz yolculuklarında astronomi bilgisi yardımıyla yol bulma âletleri, gökyüzünde güneşin, gezegenlerin hareketleri ve birbirleriyle ilişkileri, çeşitli operasyonlarda kullanılan birtakım tıbbî âletler… Bütün bunlar bahsettiğim yazmalardaki tarifler ve çizimler dikkate alınarak ahşaptan ve metalden imâl edilmiş. (…) Bazılarında bir düğmeye, bir manivelaya dokununca bütün mekanizma harekete geçiyor. (…) Avrupa’nın bazı şehirlerinde teşhir edilen, ümit ederim ki bundan sonra da dünyanın başlıca şehirlerinde teşhir edilecek olan sergi, Almanya’da Frankfurt Üniversitesi’nde bulunan ‘Arap ve İslâm İlimleri Tarihi Enstitüsü’nün uzun yıllar boyunca arastırma ve çalışmalarının bir ürünü. Bu enstitünün başında bir Türk profesörünün bulunduğunu Türkiye’de kaç kişi, hattâ kaç aydın biliyor? Hayattaki insanları mübalagalı sıfatlarla anlatmaktan hoşlanmam. (…) Ama bu sergi vesilesiyle bahsettiğim enstitünün müdürünü, maalesef birçok Türk aydının bilemediği, hatırlamadığı Fuat Sezgin‘i birkaç cümle ile tanıtmak isterim. Zira Türkiye’deki biyografi kitaplarında, ansiklopedilerde bu dünya çapındaki ilim adamımızın adını arayacaklar hayal kırıklığına uğrarlar.
Deha seviyesinde olağanüstü bir zekâsı ve ondan daha şaşılacak derecede bir çalışma gücü olan Fuat Sezgin, 1960 sonrasında 147’ler olayı diye bilinen tasfiyede üniversite dışında bırakılan ilim adamlarımızdan biridir. Bu olayla beraber, o tarihten daha önce ve sonra Türk üniversitelerinden çeşitli sebeplerle uzaklaştırılmış, ayrılmak zorunda bırakılmış kızgın, kırgın, küskün ilm adamlarımızı yurtdışına kaçırmamış olsaydık Türkiye’de bugünkü pek çok üniversiteden daha seviyeli kaç üniversite kurulabileceğinin hesabını acaba yapan olmuş mudur? Fakat meseleye bir başka açıdan bakıldığında Fuat Sezgin ve benzerlerinin yurtdışındaki üniversitelerde, enstitülerdeki faaliyetleri dikkate alınınca da bunları Türkiye’de, Türk ünivesitelerinde uygulayabilmenin ne gibi bürokratik ve belki daha önemlisi etik ve politik engellere takılacağını da düşünmek gerekir. O zaman onu ve onun gibilerini üniversite dışında bırakanların belki de sonuçta memlekete değilse bile insanlığa iyilik ettiklerini itiraf etmek gerekir. Acı bir paradoks. (…) Derken 1960 askerî darbesi oldu, ihtilâlin tozu dumanı içinde bir süre sonra üniversiteden atılan 147 öğretim üyesi arasında Fuat Sezgin de vardı. (…) Fuat bey de Frankfurt Üniversitesi’nden aldığı bir davetle Almanya’ya gitti, gidiş o gidiş… (…) Fuat Sezgin’in, şimdi teşhir edilmekte olan âletlerle ilgili çalışmalarından, doğrusu son birkaç yıl öncesine kadar benim de haberim olmamıştı. (…) Bu serginin ruhu, bilim tarihine olduğu kadar, Avrupa Rönesansı hakkındaki yanlış bilgilere de yeni bir yön vermektedir. Bu ruh, Ortaçağ’da İslâm teknolojisinin, Rönesans’a büyük kapılar araladığını, tahminlere veya birtakım hamâsî ve spekülatif bilgilere değil, somut delillere dayanarak göstermektedir. Serginin Batı ülkelerinde de gösterilmesi sonucunda, Avrupalıların İslâm medeniyeti hakkındaki görüşlerine de daha bir açıklık gelmiş olmalıdır. (…)”
No Comments