“Tasavvufu ve Ahlâkı Merkeze Almak”
Prof. Dr. İsmail Kara‘nın “Bir Ahlâk Davası NURETTİN TOPÇU” isimli kitabının (Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan, 1. Baskı, Mayıs 2023; TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleriyle Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nca hazırlanmış) bu yazının da başlığını alıntı olarak teşkil eden “Tasavvufu ve Ahlâkı Merkeze Almak” başlıklı bölümünün birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Kendi dileğini âlemin dileği yapmaya çalışmak, âlemin sonsuzluğa uzanan hareketlerine engel koymaktır, kâinatın hürriyetine set çekmeyi istemektir. Aksine olarak âlemin dileğini kendi dileği yapmak istemek, âlemin kalbini kendi varlığına sığdırmaya çalışmak: işte gerçek ve hür hareket yolunda ilerleyiş bununla oluyor.” (Var Olmak kitabından)
” Nurettin Topçu’nun mistisizm ve tasavvuf ilgileri Fransa’da iken, felsefe tahsili sırasında başlamış ve muhtemelen daha yoğun olarak doktora tezi çalışmalarında gelişmiş gözüküyor. Nitekim tezinin, İsyan Ahlâkı’nın son mühim Faslı Hallac-ı Mansur ve ‘Ene’l-hak‘ (Ben hak’ım) fikri üzerinden inşa edilmiştir. 1934 yılında kitap olarak basılan tezinin son cümleleri Anadolu’yu da işe dahil ederek şöyle tamamlanacaktır: “(…) Şayet mukadderatımızdan sorumlu ve endişeli isek, ancak isyan etmek suretiyle bu endişe giderilmiş ve bu sorumluluk kabul edilmiş olacaktır. Hürriyetimizin ve mukadderatımızın belirleyicisi olan isyan, nesilden nesile sonsuza kadar devam etmek suretiyle, tarih ve insanlık içerisinde, zamanda ve ebedîlikte, rûhun ve bedenin selametini bize sağlayabilecek olan tek şeydir. Anadolu, bin yıllık tarihinden beri, ‘sadece sınırlarda değil, hem de devlet merkezinde, ve aynı zamanda kendi kalblerinin derinliğinde, kutsal cihad ilan ederek cemaatın selâmeti için kendilerini feda eden kahramanlardan ve şehitlerden mahrum kalmadı. Kendi mistiklik (tasavvuf) geleneğine yeniden sarılacak olan Anadolu çocukları, hem kendi nefislerinin zorbalığına hem de despotların zulmüne karşı her zaman kutsal cihad ilan edecekler ve kendi darağaçlarının önünde cesaret ve gururla, cihadlarının tam anlamıyla şuurunda olarak, ‘Ben Hakikatim: Ene’l- Hak‘ diyebileceklerdir.”
Müslüman aydınlar ve âlimler arasında giderek yaygınlaşan ve yeni yetişen nesiller üzerindeki etkileri ziyadesiyle artan hâkim fikir bu iken Topçu’nun bir felsefeci ve ahlâkçı olarak tasavvufu, onun da en üst yorum biçimi olan vahdet-i vücûdu din/İslâm ve ahlâk yorumlarında merkeze alması, onun üzerinde bir ihya ve inşa ameliyesine girişmesi istisnai denebilecek bir duruma işaret eder. Türkiye’ye döndükten sonra giderek artan bir oranda Mevlâna ve Yunus Emre üzerinde hususen durması, Mevlâna ve Tasavvuf başlıklı müstakil bir risâle neşretmesi, Fuzuli ve Şeyh Galip üzerinden Divan edebiyatının mistik yönünü öne çıkarması aynı zamanda tasavvufla Türk düşüncesi arasında sıkı irtibatlar kurma arayışı olarak mütalaa edilebilir. (dipnot: 1974 baskı tarihli Mevlâna ve Tasavvuf kitabının Sunuş’u şu cümlelerle başlıyor: “Yüzyılların katmerlendirdiği bir skolastik düşünüşten sonra Batı taklitçiliğinin açtığı hüsran çukuruna yuvarlandığımız bir devirde kültürümüzün çıkış noktası Mevlâna olmalıdır. Onda Müslüman Türk dünyasının bütün ruhu gizlidir. Felsefemizle güzel sanatlarımızı bu kaynaktan çıkarabiliriz. Onlarla birlikte ilimlerle ahlâkın kaynağı din olduğuna göre, Mevlâna’da İslâm dininin gerçek ve içten anlayışını buluyoruz. (…)”
” Topçu Hoca Paris’ten döndükten yaklaşık on yıl sonra, çocukluk arkadaşı Sırrı Bey (Tüzeer, 1908-1989) vasıtasıyla devrin manevî büyüklerinden, Nakşibendî tarikatından Serezli Hasip Efendi (Yardımcı, 1864-1949) ve 1939 yılından itibaren Kazanlı Abdülaziz Efendi ,(Bekkine, 1895-1952) ile tanıştı. O’nun vefatından sonra başka bir zâta bağlanmadı; ondan sonra tarikat içinde yaşanan süreçlere de mesafeli durdu.”
“O’nun Paris’te başlayıp gelişen tasavvufla ilgisinin sadece bilgi düzeyinde bir münasebet olmadığını, kendince bir tecrübe boyutu da taşıdığını açıkça göstermektedir.”
“(…) Bizde kirlenmeyecek olan derin kaynak, kalbin kaynağıdır. Saf kalpler Allah’ın evidir. Kalbini durulaştırabilenler, orada Allah’ı göreceklerdir. (…) Her an âdil bir hâkimin huzurunda olduğumuza inanmak, kalb sâhibi olmak için kâfidir. (dipnot: Yarınki Türkiye, s.202-03. (…)”
No Comments