“Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme Ve Şerhi” isimli kitaptan (müellif: İbn Arabî, tercüme ve şerh: Ahmed Avni Konuk, yayına hazırlayan: Prof.Dr. Mustafa Tahralı; İz Yayıncılık 6.Baskı 2013) alıntılar
“Ve tasavvufun içi Allah Teâlâ hazretlerine sıdk ile teveccühdür.” (s.24)
“Bu kitaptan mâlik, yani hüküm ashâbı, ve memlûk yani hükme tâbi olan kimseler hazlarını alırlar. Yani malik ne için hükm ettiğini ve memlûk ne için hükme tâbi olduğunu bilir ve anlar. Ve bu kitap insanî hakikati ve insanın diğer hayvanlar üzerine üstünlük sebebini açık bir surette bildirir.Ve insan muhît âlem, yani melekût âlemi ve mülkün geneli cinsinden bir muhtasardır (özet); ve o genelin bir numûnesidir. Zira o insan yoğun ve bileşik olmayandan terkib olmuştur. Ve yoğunu mülk âlemine ve basîti melekûta karşılıktır. (…) Hak Teâlâ hazretleri Âdem’i bilcümle sıfatları ve isimlerine mazhariyet istidadı ile halk eyledi. Çünkü Allah ve Rahmân isimleri birer toplayıcı isimdir.” (s.24-25)
“(…) Ve arz ‘ahadiyet’, ‘vahdet’ ve ‘vahidiyet’, ervah (ruhlar) ve ‘misâl’ âlemlerine göre ‘şehâdet âlemi’ mertebesinde vaki olup ‘esfel-i sâfilîn’dir.” (s.39)
“Okuyucu kulun maksadı hakikati anlamak ve marifet tahsil etmek ise, Allah Teâlâ ona sahîh fehm(anlayış) ve selim zevk ihsanı suretiyle menfaat verir. Ve bu hâlis niyeti sebebiyle marifet yolunun en doğrusuna yöneltir.” (s. 44)
“Tasavvuf ilminin bir takım işleri ve sırları vardır ki, o işler ve sırlar üzerine ikrâr (kabûl) ve inkâr perdeleri örtülmüştür. Bu ilmin hakikatini müşahede edemeyen kimseler, müşâhede ehlinden bu ilmi işittiklerinde kimi kabul ve kimi inkâr eder. Çünkü tasavvuf ilmi Kur’ân’in özü olup sâfî kalblere Allah katından indirilmiştir. Kur’an-ı Kerîm hakkında (meâlen): ‘Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır.’ (Bakara, 2/26) buyrulduğu gibi, tasavvuf ilminin şanı da Kur’an gibidir. Bu ilmi işiten kimselerin bir kısmı hidayet bulur, bir kısmı da dalâlete düşer. (…)” (s. 46-47)
“Bilinsin ki, zahirî ile batını birbirine eşit olan kimseye ‘sıddîk’ derler.” (s. 48)
“Hakikatin zuhûrundan sonra vehmin tahakkümü kalmaz. Onun için Hak Teâlâ hazretleri İblis’e hitaben (meâlen): ‘ Benim senin üzerine olan la’netim kıyamet gününe kadardır.’ (Sâd, 38/78) buyurur. Zira kıyamet günü hakikatin zuhûru ve tabiat hükümlerinin zevâli (yok olma) vaktidir. Ve Varlığın Birliğini ilmen ve hâlen idrâk eden muhakkıkînin (Marifette tahkik ve tahakkuk sahibi olanlar) katında kıyâmet vuku bulup, hakîkat görünür olmuştur. Dolayısıyla onlarda vehmin tasallutu yoktur. Nitekim onlar hakkında Hak Teâlâ (mealen): ‘Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin yoktur. (…)’ (Hicr, 15/42) buyurur.” (s. 52)
“Şu halde his âleminin hâli böyle olunca, artık melekût âleminin nasıl olacağını tasavvur et! Melekût âleminin hâllerine vâkıf olup ondan bahs eden bir muhakkıkın sözlerini, henüz his ve tabiat âleminde mahsûr kalan bir zâhir âlimi ve bir filozof işittiğinde, derhal ‘Hurâfeler ve vehimlerdir’ deyip inkâr eder. Nitekim zaman câhilleri Kur’anî haberlere, (mealen) : ‘(…) Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir diyerek seninle tartışırlar.’ (En’am, 6/25) Ve Cenâb-ı Hak onlar hakkında ‘Onlar dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Âhiretten ise onlar tamamen gafildirler.’ (Rum, 30/7) buyurdu.” (s. 52)
No Comments