“Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi”nin Dokuzuncu Bâbı’ndan alıntılar

 

“(…) Sır sâhibi İdrîs nebî (as) dır. Ve o, ilk kalem ile yazı yazan kimsedir. O kâlb boşluğu sahibidir. Ve onun perdesi vardır. Hayrın men’inin ve verilmesinin dizgini onun elindedir. Ve o kendisinin apaçık olan ışığı ve yüceliği arasında gidip gelir. Onun ışınları ve ışığı arasında mütereddid olur. Yakınlık ve uzaklık üzerine emirlerin hükmünü infaz edendir. Evvel ve sonra emir sahibi olan kimsenin sırrını bilendir. Zengin yapar ve fakir kılar. (…) Onun neşr olunmuş sayfasında berzahla ilgili ilimler yazılmıştır. (…)

(…) Âlemde her ne mevcud ise cümlesi Âdem’de bulunur. Âlemin rûhu ve halifesi Muhammedî küllî ruhtur(sav). Ve âlemin küllî nefsi o küllî rûhun mutmainne, râzıyye ve merzıyye sıfatlarıyla vasıflanmış olan temiz eşidir. Ve küllî ruh ‘hakikî Âdem’dir; ve küllî nefs ‘Havvâ’dır ki, bunlar Hakk’ın hakikî varlığında mündemic (içkin) vehmî küllî kuvve(potansiyel) etkisiyle zât cennetinden ikilik âleminden ibâret kesîf taayyünât (belirmeler/zuhurlar) mertebesine (Bakara, 2/36) emriyle indiler. Ve küllî ruh ile küllî nefsin biraraya gelmesinden sayısız ve hesap edilmez ruhlar ve cüz’î nefisler doğmuş olup birbirleriyle biraraya geldiler. Bundan da onların misilleri olan ruhlar ve cüz’î nefisler peş peşe zuhur etti ve edegeldi. O halde küllî nefse gelen hükümler küllî ruhtan gelir. Ve küllî nefs sıfatî hükümlerine değil, küllî rûha tâbi bulunduğundan bu hususta tatmin olmuştur. Ve zevci olan küllî rûhun hükmünden razıdır; zevci nezdinde de razı olunmuştur. Dolayısıyla kendisi kirli tabii sıfatlarından pâk ve temizdir. Fakat cüz’î nefislerde vehmî kuvvetlerin yani cin şeytanlarının etkisiyle tabiî karanlıklara eğilimli ve cüz’î ruhların davetinde gâfil olduklarından onlara hâlin hakikatini telkîn edecek bir davetçi lâzımdır. Ve bu davetçiler de enbiyâ (aleyhimü’s-selâm) ile onların kâmil vârisleridir. Şeyh-i Ekber (ra) bu davetçilerden biridir ki, bu kitabıyla Allah’ın kullarını hakikatlere davet buyururlar.

O halde ‘kalem-i a’lâ’, ‘tüm akıl’dan ibârettir. Ve o amâ cevherinde (ahadiyyet veya vâhidiyyet mertebesi) melekûtî belirmedir ki, onda her şey saklıdır(gaybî). ‘Levh-i mahfuz’, ‘küllî nefs’ den ibârettir ki ‘kalem’ de mevcut olan şeyin tafsili, onda vahy ve ilham ile gerçekleşendir. (…) Ve bu ‘kalem-i a’lâ’ mevcut olması gereken şeyleri ‘levh-i mahfuz’a yazdı. Ve yazmaktan ferâgat eyledi. (…) Ve server-i âlem (sav) Efendimiz Mirac’da bu ‘kalemler’in cızırtılarını işittiler. Velâkin ‘kalem-a’lâ’ kurumuştur; ve artık hâlen yazmaz.(…)

Ve bu da bilinsin ki, izâfî varlıkların ve çoklukların aslı hayâldir Ve bilcümle esmâ ve ilâhî sıfatların zuhur yeri ancak hayâl âlemidir. Ve bu hayâl Hak’kın hakikî varlığında vâki olduğundan onda daima hakikat cilve-gerdir(görünendir).”

Dolayısıyla büyük âlemin kâtibi ‘hayâl’dir.Ve küçük âlem olan insan varlığında ki ‘kâtib’de ondaki hayâl gücüdür. O halde hayâlin’hak’kı olduğu gibi, bâtılı da vardır. Hak hayâlinin olduranı ‘akıl’dır; bâtıl hayâlinin olduranı ise ‘vehm edici güç’tür. Zîrâ fikir gücü akla tâbi olursa ona ‘zâkire-i mütefekkire’ derler; vehme tâbi olursa ona ‘mütehayyile’ derler. Bir beyt tercümesi: ‘Yâ Rab, kuds âleminden gönlüme bir feyz dök, tâ ki gönlümden bâtıl hayâl yok ve mahv olsun!’ ” (s.241-243)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked