“Tevhîdin hizmetindeki teksîr”
Başlıkta alıntıladığım ifade, William C. Chittick’in Türkçe’ye “Kozmos’taki Tek Hakikat” diye çevrilen (tercüme: Ömer Çolakoğlu, Sufi Kitap) “Science of the Cosmos, Science of the Soul: The Pertinence of Islamic Cosmology in the Modern World (Oxford: Oneworld)” eserinde şu cümle içinde geçiyor: İslâmî dünya görüşü, “tevhîdin hizmetindeki teksîr” olarak vasıflandırılabilir. Bunu izleyen cümlede ise bilimsel dünya görüşüne “tevhîdsiz teksîr” denilebileceği ifade ediliyor. Kitabın bu bölümünün birkaç yerinden alıntılar sunacağım:
“Teksîr, insan düşüncesini ele geçirdiğinde ortaya çıkan yegâne netice analiz, farklılaştırma, ayrıştırma, kopukluk, uyumsuzluk, dengesizlik ve çözülmedir. Modern bilim ve öğretimin köklerinin Tevhîd-i Zât’ta değil de dünyanın mevcut kesretinde olduğu gerçeği penceresinden bakacak olursak, bu halin meyveleri birleme ve uyum değil, sonu gelmeyecek bir bölünme ve dağılmadır. (…) Modern bilim, her şeyi ait olduğu içerikten kopartabilmek için kat’iyyet peşinde. Ancak ve ancak ‘sun’îliğin daniskası’ olan bir hakikat görüşü üretilip yayıldığında ahlakî ve nassa muhalif olmayan örfî düsturların nesnelliğini görmezden gelebilir ve insanların Allah’ın mahlûkatını hikmet ölçülerinden kopuk bir şekilde ve uygun gördükleri tarzda kontrol edip güdümleme hakkı olduğu görüşünü
savunup aklayabiliriz.
(…) İslâm’ın irfan perspektifine göre samimî, doğru davranışlarla ‘ahlâk-ı hamide’ye -övülen ahlâka- ermek, eşya ve hâdisâtın bizzat kendi tabiatları tarafından talep edilen bir hâldir. Neticede dünya, ilâhî sıfatların bir tecellî yeridir ve insan rûhu bizâtihî Allah’ın sûretinde var edilmiştir. Hikmet, irfan, adâlet, rahmet, merhamet, muhabbet, aşk ve affedicilik gibi Allah’ın sıfatlarıyla muttasıf olmayan, O’nun ahlâkıyla ahlâklanmayan her nefis, insâniyet makamına erme görevinde başarısızlığa uğramış demektir.
Günümüzde takip edilip, Hakikat ile ahlâk-ı hamide arasına aşılmaz bir uçurum açan yöntem, profesyonel cehâlettir, ilim değil. (…) Teksîrin hükümranlığında irfan ve ahlâk-ı hamide, hakikî âlemdeki köklerinden sökülüp alınırlar. (…)
İrfan geleneğinin, onu modern öğretimden çok zıt bir konuma yerleştiren diğer bir vasfı, talep ve arayışın gayet şahsî olan yapısıdır. Tahkîk, Hakk’ı kişinin bizzat kendi gönlünde, kendi irfânıyla keşfetmesidir. Bir irfânı doğuran akl-ı meâd; bireylerüstü, benötesi ve evrensel şuur nefesi olarak anlaşılır -daha da ötesi- yaşanırdı. (…)” (a.g.e., s.82-83-84)
No Comments