Türkiye ile ABD arasındaki ilişkinin sorgulanması: ana sebep ve yanlışlar üzerine M. Ş. Hanioğlu’nun görüşleri

 

M. Şükrü Hanioğlu 19 Ağustos 2018 tarihli yazısında bu konu üstünde durmuştu; bu yazısında yine aynı konuda tartışıyor ama bu defa yanlışlara daha fazla vurgu yaparak. Üstâdın dikkatimi çeken bazı cümlelerini alıntılayacağım elbette ama ifade ettiği bazı düşüncelerini de kısaca kendi cümlelerimle öz veya özet olarak aktaracağım.

Yazısının başlığı şöyle: ABD’nin Türkiye’yi “kaybetmesi” realpolitik bir gereklilik mi?

Türkiye ile ABD’nin yeni Ortadoğu tasavvurları arasındaki makasın fazlasıyla açılması aralarındaki ilişkinin sorgulanmasına neden olmaktadır.
Tarafeynin yekdiğeri hakkında ağır suçlamalarda bulunduğu, yaptırımlar uyguladığı ve “dostumun düşmanının benim düşmanım olması zorunlu değildir” düstûrunu benimsediği bir ilişkide “müttefiklik” bir yana, pek çok bağlamda “stratejik ortaklık”tan bahsedilmesinin dahi anlamlı olmadığı savunulabilir.
Dolayısıyla söz konusu sorgulamayı yapanların küresel eğilimle de uyumlu, “realpolitik” temelli bir değerlendirme yaptığı iddia edilebilir.

Değişik ABD mahfillerinde son dönemde sıklıkla tekrarlandığına işaret ettiği bazı değerlendirmelerden söz ederek, bunların (iki ülkenin hiçbir zaman ortak değerleri paylaşmadığı, parlak ittifak söyleminin hakikat olmadığı, işte şimdi gerçeğin ortaya çıktığı, Türkiye’nin, geleneksel siyasetinin stratejik önemini istismar ederek şantaj yaptığı, malûm tehdidin ortadan kalktığı yeni ortamda ortaklığın anlamsızlaştığı gibi hususlar) realpolitik yaklaşımı yansıttığını düşünmenin hatalı olduğuna vurgu yapıyor. D.Trump’ın aynı çevrelerce bu bağlamda “realpolitik temelli dış siyasete dönüşü temsil eden lider” olarak resmedilmesini de yanıltıcı buluyor.

Bu yaklaşımın ilk bakışta gerçekçi sanılabileceğine, bazı olaylar hatırlandığında ilişkinin tarihsel olarak yapısal sorunlar taşıdığına değiniyor bu arada. Ve söz konusu yaklaşımların temel sorununa şu cümlesiyle yer veriyor: Kâğıt üzerinde “realpolitik par excellence” olduğu izlenimini veren söz konusu yaklaşımların temel sorunu, “gerçekçi dış siyaset”in dayandığı “veriler”i “güncel gelişmeler,” “çıkarlar”ı “yaşanan an” üzerinden değerlendirmesi, geçmişi ise içinden cımbızla çekilen örnekler üzerinden araçsallaştırmasıdır. Hemen bu cümlesini izleyen şu uzunca cümleyi de alıntılamam gerek:
“Yeni Ortadoğu’nun kısa sürede şekilleneceği, Selefî radikalizmin gelecekte de öncelikli tehdit oluşturacağı, bölgeye İsrail’in güvenliği temelinde yaklaşımın sonsuza kadar süreceği, Arap Baharı’nın dirilmesi, yeni bir demokrasi dalgasının mümkün olmadığı, BAE, Mısır ve Suudi Arabistan’daki rejimlerin korunabileceği, Rusya ile ilişkilerin değişmeyeceği benzeri varsayımlar üzerinden Türkiye ile ortaklığın yarar içermediğini belirtmek “realpolitik” bir yaklaşım olarak yorumlanabilir.”

Böylesi bir yorumlamanın da hatalarına değinerek, dış siyaset yapımında aktörlerin, çıkarların ve koşulların sürekli olarak değiştiğine vurgu yapıyor ve şöyle diyor:

Bu nedenle de “gerçekçi dış siyaset” orta ve uzun vâdeye yönelik “stratejik planlama” yapmak zorundadır. ABD açısından, yeni Ortadoğu şekillenirken, Türkiye’nin tüm kırmızı çizgilerini ihlâl etmenin, onu değişik kamplara itmenin, farklı savunma seçeneklerine yöneltmenin ciddî riskleri beraberinde getireceği, bunun yerine “tasavvurlar arası makas”ın daraltılmasına çalışma ve sorunlara “kriz yönetimi” çerçevesinde yaklaşımın daha anlamlı olduğunu ifade ediyor. Ve tarihî bir örnek de veriyor:II. Mahmud’u Rusya’dan yardım istemek zorunda bırakan Whitehall daha sonra tüm enerjisini, bu “realpolitik görünümlü”, ama Palmerston’un ifadesiyle “tarih boyunca bir İngiliz hükûmeti tarafından alınan en hatalı karar”ın tahribatını önlemeye hasretmek mecburiyetinde kalmıştır.

“Realpolitik” olarak sunulan diğer bir yaklaşımı da şöyle ifade ediyor yazar: Benzer şekilde ABD-Türkiye ilişkisine BAE, Mısır, Suudi Arabistan benzeri ülkeler söz konusu olduğunda unutulan “insan hakları ve demokrasi kalitesi” ve “değer paylaşımı” zemininde yaklaşım da “realpolitik” bir yorum olarak sunulabilmektedir. “Aynı bakış açısının Trump’ın dış siyasetinin “realpolitik”e dönüş sürecinin son halkası olarak takdimini de anlamlı gösterebildiğini” ironik bir üslûpla belirtiyor değerli yazar.

AB ve ABD için yanlış tavsiyelerde bulunanların savunduğunun tersine, “kriz yönetimi”ni tercihin, o ülkelerin uzun vâdedeki seçeneklerini zenginleştireceğinden ve Ankara’yı bütünüyle kaybetmemesini sağlayacağından, “realpolitik” ile daha uyumlu olacağına ve bunun Ankara’nın kısa vâde ve mevcut çıkarlarla sınırlı olmayan, stratejik planlamaya dayalı “realpolitik” siyasetler üretmesine de bağlı olduğuna vurgu yaptığı cümleleriyle yazı sona eriyor.
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/09/02/abdnin-turkiyeyi-kaybetmesi-realpolitik-bir-gereklilik-mi

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked