Türkiye-Sudan ortak belleğinde bir emir eri: Sudanlı Musa

 

Osmanlı-Sudan ilişkilerinin kültürel ve toplumsal düzeylerdeki en dikkat çekici örneklerinden biri, “Sudanlı Musa” veya dönemin kayıtlarında geçen adıyla “Zenci Musa”dır. Onun hikâyesi, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun Afrika ile temasının ne kadar derin ve çok katmanlı olduğunu hem de imparatorluk aidiyetinin etnik, coğrafî ve sınıfsal sınırları aşan bir kimlik inşası ürettiğini göstermesi açısından ender rastlanan bir örnek teşkil eder. Sudan kökenli olup Osmanlı toplumunda yetişen Musa, 20. yüzyıl başlarında imparatorluğun en çetin askerî operasyonlarında görev almış; bir Osmanlı subayının emir eri olarak başladığı askerlik hayatında hem sadakati hem fedâkârlığı hem de çok gönlü kabiliyetleri ile dikkati çekmiştir.

Sudanlı Musa’nın Osmanlı savaş tarihindeki görünürlüğü, esasen Kuşçubaşı Eşref ile kurduğu yakın bağ üzerinden şekillenir. Trablusgarp Savaşı’nda Eşref’in emir eri olması, onu klasik bir piyade neferi olmaktan çıkarıp Teşkilat-ı Mahsûsa’nın en güvenilir saha elemanlarından birine dönüştürmüştür. Trablusgarp, Balkan Savaşları, Sina-Filistin hattı ve Yemen gibi farklı coğrafyalarda yürüttüğü faaliyetler Musa’nın yalnızca askerî cesaretini değil, aynı zamanda stratejik aklını ve görev bilincini de yansıtır. Özellikle Yemen cephesinde Osmanlı altınlarının kuşatma altındaki birliklere ulaştırılması sürecinde üstlendiği rol, onun “fedai” kimliğinin oluşmasında belirleyici olmuştur. Bu operasyon, sonradan hem hatıralara hem de modern tarih yorumlarına “sadakatin sınandığı an” olarak geçmiştir.

Osmanlı-Sudan ilişkilerinin kültürel ve toplumsal düzeylerdeki en dikkat çekici örneklerinden biri, “Sudanlı Musa” veya dönemin kayıtlarında geçen adıyla “Zenci Musa”dır.

Musa’nın asıl sembolik önemi ise Osmanlı’nın askerî yenilgi dönemlerinde, yani Mondros sonrasında ve İstanbul’un işgal yıllarında ortaya çıkar. Yemen’den dönüşünde devletin kendisine bağlamak istediği maaşı, “Devlet bu haldeyken ben ondan maaş alamam” diyerek reddetmesi, Osmanlı kimliğini sadece siyasal değil, ahlâkî bir aidiyet olarak gördüğüne işarettir. Bu tavır, Osmanlı’nın çözülme döneminde sadakatini koruyan az sayıdaki figürden biri olarak Musa’yı devlet hafızasında farklı bir yere koymuştur. İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington’un kendisine İngiliz saflarında görev teklif etmesine karşı takınmış olduğu net red tavrı ise bu aidiyeti daha da pekiştirmiş; Musa bu dönemde hem Osmanlı’ya hem de Anadolu’da gelişen ulusal direniş hareketine dolaylı yollarla destek veren bir aktöre dönüşmüştür.

Ömrünün son yıllarını Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’nde geçiren ve verem nedeniyle genç yaşta vefat eden Musa’nın yaşamı, Osmanlı’nın çok kültürlü toplumsal yapısının nasıl içselleştirilebildiğini gösteren bir örnek olarak düşünülebilir. O’nun hikâyesi, Sudan kökenli bir ferdin Osmanlı siyasî topluluğuna gönüllülük temelinde eklemlenebildiğini, bunun zorunlu bir askerî sadakat değil, bir “medeniyet ve aidiyet tercihi” olarak yaşandığını ortaya koyar. Sudan ile Türkiye arasındaki güncel tarihsel anlatının önemli sembollerinden biri haline gelen Sudanlı Musa, bu anlamda Ali Dinar’la birlikte Osmanlı-Sudan tarihsel hafızasının iki kutup figüründen biridir. Yani, biri Osmanlı Afrikası’nın bağımsız lider figürü iken, diğeri Osmanlı fedailiğinin yekpare sadakat simgesidir.

Sudanlı Musa’nın Osmanlı tarihindeki yeri, imparatorluğun Afrika coğrafyasıyla kurduğu ilişkinin yalnızca siyasî ve askerî yönlere indirgenemeyeceğini gösterir. Tam aksine, Osmanlı-Sudan bağının insânî boyutunu , bireysel karşılıklı bağlılığı ve kültürel iç içeriği temsil eder. Bu nedenle Musa, hem Osmanlı askerî tarihinin hem de Türkiye-Sudan ortak hafızasının nâdir figürlerinden biri olarak değerlendirilmelidir. (…)

Bu tarihsel belleğin en görünür yansıması Sevâkin Adası’nın restorasyon sürecidir. Türkiye’nin 2017’de başlattığı bu proje, yalnızca mimarî bir yenileme girişimi değil; Kızıldeniz’in batı kıyısında Osmanlı döneminden kalan bağların modern diplomasiye tercüme edilmesinin somut bir örneğidir. Sevâkin’in yeniden inşası, Osmanlı mirasının canlandırılması üzerinden iki ülkenin kültürel bağlarını pekiştirirken, aynı zamanda turizm, ticaret ve denizcilik alanlarında yeni işbirlikleri için stratejik bir platform oluşturmuştur. Proje ayrıca Türkiye’nin Kızıldeniz’de artan görünürlüğü ve Afrika Boynuzu’nda derinleşen diplomatik angajmanının sembolik bir devamı niteliğindedir. Sevâkin bu açıdan geçmişi hatırlatan bir nostalji mekânı değil, bölgesel rekabetin yoğunlaştığı bir coğrafyada Türkiye’nin yumuşak güç kapasitesini pekiştiren bir dış politika aracıdır. Türkiye-Sudan ilişkilerinin kültürel ve insanî boyutu ise Osmanlı dönemindeki ulemâ, tüccar ve hacı ağalarının modern bir karşılığı olarak değerlendirilebilir. (…) Bu dinamikler birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’nin Sudan politikasının yalnızca devlet düzeyinde değil, toplum düzeyinde de kök saldığı görülür.

Sonuç olarak Türkiye’nin Sudan ile kurduğu ilişki hem tarihsel derinliğe dayanan hem de modern diplomasinin araçlarıyla desteklenen bütüncül bir stratejik ortaklığa dönüşmektedir. (Derin Tarih Aralık 2025 : Türkiye- Sudan İlişkileri Osmanlı Mirasının Ortak Belleği başlıklı , Kaan Devecioğlu’nun yazısından)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked