Türkiye Üniversitelerinde “Tasavvuf Anabilim Dalı”nın kuruluşunun ardından bu anabilim dalında ilk doktora tezi sayılan “İbn Arabî’de Varlık ve Mertebeleri” isimli tezin sahibi Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın “Tasavvufa Giriş” kitabından bazı alıntılar

 

Bu kitabın, yazarın daha çok İstanbul Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde 2002-2008 yılları arasında devam etmiş olan “Bir Doktrin ve Kültür olarak Tasavvuf” derslerine katılan bazı dostlarının tuttukları notlardan ve bant çözümlerinden hazırlandığı kaydı var Önsöz’de. Şu bilgi de belirtiliyor orada: “Sohbet havasında geçen bu derslerde gerek doktrin gerekse pratik olarak kültür ve medeniyet tarihimiz üzerinde derin izler bırakan bir ‘dünya görüşü’ karşılaştırmalı olarak ele alınmaya çalışıldı.” Şu notu da eklemeliyim: 2012 yılında birinci ve üçüncü baskıları Ocak ve Kasım aylarında gerçekleşmiş bu kitabın.

“Varlık anlayışında Zat ve Zat’ın sıfatlarının deveran ettiği bir ortam söz konusudur. El-Evvel, El-Âhir, Ez-Zâhir ve El-Bâtın olduğunu (Hadîd 57/3) beyan eden Allah, beşinci bir keyfiyete yer bıraktı mı? İbn Arabî ‘hayır’ cevabını verir; “Vücûd (Varlık) yalnız O’dur.” (s.27)

“Bizim varlık üzerine konuştuğumuz her şey şehadet âleminde gerçekleştiğinden yani sınırsız bir şeyi sınırlı şartlarda anlatmaya çalıştığımızdan tasavvufun varlık dili mecazlar, semboller, işaretler dilidir, yansıtma dilidir. Buna ‘kuş dili’ de denmiştir. Mesela Niyâzi-i Mısrî şöyle der: Mantıku’t -tayr’un lügat-ı muğlakından söylerüz / Herkes anlamaz bizi bizler muamma olmuşuz (s. 27-28)

Başlangıçta sadece Hak vardı. O’nunla birlikte başka bir şey yoktu. Zuhurun henüz başlamadığı ‘la-taayyün’ yani taayyüne gelmemiş, daha taşmamış olan hâle bir isim dahi verilemez. “Orada siyah da yok, beyaz da. Hastalık da yok, şifa da” der İbn Arabî. (s.28)

M.İbn Arabî Hazretleri dersine “Bismillâhi Fâtihi’l-vücûd” yani vücûdu (varlığı)açan Allah’ın adıyla” diye başlıyor. “Tanrı eğer bizden bir an dahi ayrılsaydı biz olmazdık” der İbn Arabî. (…) Tanrı’nın yalnız kendisi en üst mertebedir ve diğer mertebeler O’nun yansımaları, O’nun sıfatlarıdır. Bu “Vahdetü’l-Vücûd”dur. (…) (s.28-29)

Allah insanı bilinmek için göndermiştir. (…)

Asâleten insân-ı kâmil, Resûlullah’tır. Tasavvufa göre Resulullah’ın tafsilatı âlemi meydana getirir. (s.30)

Varlık âlemi çeşitli sınıflara ayrılmıştır: İnsanat, hayvanat, nebâtât, cemâdât. İnsan dışında bunların arasında bir geçiş sözkonusu değildir. Yani insan isterse öyle bir hayvan olur ki hayvan bile ona hayret eder. (s.33)

Allah’ı zikretmez, O’nu günlük hayatımızdan çıkarırsak başka şeylerle dolarız. “Yeryüzünde zikretmeyen hiçbir şey yoktur.”

Tecelli, lügatte zuhur manâsına gelir. Tasavvufta Hakk’ın zat ve sıfatının zuhurudur. (s.44)

Yunus Emre’nin şu dizeleriyle bitirelim bu yazıyı:

İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır (s.47)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked