“Varlık birdir ve Hakk’ın varlığıdır; zât’ın gaybından şehadet mertebesine tecellî etmiştir”

 

Bu yazıda Mahmud Erol Kılıç‘ın Tasavvuf Düşüncesi /Makaleler- Konferanslar I adlı, Sufi Kitap’tan yayınlanmış (2. Baskı: Aralık 2014) kitabının “SÛFÎ MÜTEFEKKİRLERİN GAYB’A BAKIŞLARI” başlıklı kısmından (s.191-201), “Varlık Hakk’ındır, Beş duyu ile Şehadet Âlemine Tecellî etmiştir” ve “Ruh Bâtın, Cesed ise Zâhirdir” ara-başlıkları altında yer alan birbirinin devamı özelliğindeki iki bölümden(s.192-195) bilgiler aktarılmıştır. Bu aktarma tıpatıp olmayıp, ma’nâya sadık kalınarak ve kitapdakinden daha kısa olarak, bazı kelimelerin aynı anlamdaki karşılıkları da kullanılarak gerçekleşmiştir.

“Sûfî düşünürlerin ‘gayb’ konusundaki görüşlerinin kaynağında onların varlık tasavvurları yer alır. Şimdi bu ontolojik tasavvurlara öz olarak baktığımızda şunları görmekteyiz: Bu kimselere göre vücûd(varlık) birdir ve başkasına devredilemez; o da Hakk’ın varlığıdır. Varlık, zât’ın gaybından şehadet(beş duyu ile görülürler) mertebesine tecellî etmiştir. Bu konuda tamamiyle itibarî (izâfî) olan, tasavvur olunabilir tasnifler vardır sûfî düşünürlerce ortaya konmuş. Burada bunlardan beşli tasnif üzerinde durulacaktır.

1. Mertebe: Hiçbir taayyünün(belirme, zuhur) olmadığı (lâ-taayyün) mutlak yegânelik / ahadiyyet / sırf zât mertebesi. 2. Mertebe: Birlik / vahidiyyet mertebesi, 3. Mertebe: Ruhlar / ervâh mertebesi, 4. Mertebe: arketipler / misâl mertebesi, 5. Mertebe: görülürler / şehadet mertebesi.

İlk mertebe tüm sıfatlar ve kayıdlardan, hattâ mutlaklık kaydından dahi münezzeh olarak görülmektedir. Sûfîler, ‘Gaybı Allah’dan başkası bilemez‘(Neml, 27765) âyetinin işaret ettiği mertebenin tam da burası olduğunu söylerler. İkinci mertebe, ilk mertebede kendi cemâli içinde gark olmuş ve gizlenmiş tüm ilâhî vasıflar önce yaratmayı dilemekle Vahidiyyet mertebesinin başlangıcına intikal etmekte ve bu sâyede ‘yaratılış’ın başlamasının ilk işareti verilmiş bulunmaktadır. (Bu mertebeyi ilk ve ikinci taayyün diye ikiye ayıran bir yedili tasnif vardır.) Bu mertebede O, tüm isimler ve sıfatlar ile müsemma(isimlenmiş) olduğundan Allah toplayıcı ismi de buradan çıkmaktadır. Allah’ın isimleri ve sıfatları gaybın anahtarları olduğundan, sûfîler ‘Gaybın anahtarları, O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez‘(En’âm, 6/59) âyetini bu ikinci mertebeye, esmâ ve sıfatlar mertebesine tahsis ederek anlamlandırırlar. Üçüncü mertebede, O’nun tüm isimler ve sıfatları öz olarak bildiği, bu isimler ve sıfatların içine aldığı hem küllî hem cüz’î ma’nâların yavaş yavaş tezahür etmeye başlayacağı bir alt oluşum meydana gelir ki buna ‘ikinci taayyün’ adı verilir. Gaybın anahtarları olarak adlanan ilâhî isimlerin hakikatleri yani sâbit hakikatler mertebesi her ne kadar ilk mertebeden (taayyünsüzlük makamından) sonra ise de ilim mertebesi olması hasebiyle ibda’ (örneksiz, en güzel şekilde yaratma) âlemi olan ruhlar, misal ve şehadet mertebelerine göre gaybdır. Dördüncü mertebe olarak ilmî sûretler hasebiyle ruhlar mertebesine (âlem-i ervâh) geçilir ki, burada ilmî sûretler artık birer basit cevher olarak görünür olurlar. Halk(yaratılış) âleminin evveli ruhlar âlemidir. Emr (iş, şey, olay) âleminin evveli ise zâtî hüviyet makamıdır ki, gaybî işler hapishanesinden ilim âlemine en mukaddes feyz sûretiyle gelmiştir. Ruhlar âleminde zâhir olan her bir şeyin cisimler âleminde kazanacağı sûretlerinin bir benzeri (arketipler) ise bir aşağıda yani ‘misâl âleminde hâsıl olur. 5. mertebe, cisimler âlemi veya görülürler âlemi / şehâdet âlemi denilen, bu tasnife göre, en alttaki mertebedir. Bu mertebe ile varlık, hâriçte görünür olmak sûretiyle, yukarıdan aşağıya yaratılış şeması tamamlanmış olur. Böylece tüm gaybî işler Rabbin manevî teveccühü ile isimler ve sıfatlar ile şehâdet âlemine gelerek hâriçte varlık kazanmaktadırlar. İlâhî taayyünlerin (belirmelerin) üstü, yani taayyünün olmadığı yer ise ‘gaybın gaybı’ veya ‘mutlak gayb’ olarak belirtilir ve hiç kimsenin oraya girmesi mümkün değildir. Çünkü orada isim, sûret, sıfat, eser,iz yoktur ve Zât’ın künhi (aslı, hakikati) kendisinden başkasına ma’lûm değildir. Şehâdet âleminin de bazı mertebeleri manevî, bazı mertebeleri ise hissîdir, duyularla algılamaya uygundur. İlâhî Zât mutlak gayb olunca ilim âlemi, bilinirler âlemi, hissedilirler âlemi de izafî gayb olacaktır. Sûfilerin bu mertebelere hazerât demeleri, o mertebelerin Zât hazretinin hazır oluş (hudûr) ve zâhir oluş (zuhûr) mertebeleri olmasındandır. Her aşağı tabaka yukarı tabakaya ayna olmuştur. Diğer bir ifadeyle yukarısı aşağısının gaybı, aşağısı ise yukarısının zâhiridir. Zât için perdesiz zuhûr yoktur.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked