Varlık ve İnsan
İbrahim Kalın‘ın BARBAR-MODERN-MEDENÎ / Medeniyet Üzerine Notlar kitabının Varlık ve İnsan başlıklı bölümünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Büyük âlem (makrokozmos) ile “küçük âlem” (mikrokozmos) arasındaki bütünleyicilik ilişkisi, varlık âleminin tek bir bütün olduğu fikriyle örtüşür. Farabî, âlemin “tek bir şahıs” olduğunu söylerken bu noktanın altını çizer ve âlemdeki düzenin bağlı olduğu kurallar ile erdemli şehrin izlemesi gereken ilkeler arasında açık bir “tenasüb”ün bulunduğunu söyler. (dipnot: Ebû Nasr el-Farabî, kitâbu’l-mille ve nusûs uhrâ, ed. Muhhsin Mehhdi, (Beyrut: Daru’l-Meşrik, 1991;2. Baskı), s.65-66.) Varlığın izhar ettiği bütünlük ile erdemli şehrin temsil ettiği siyasî düzen, evrensel düzen fikrinin temel unsurlarından biridir. Molla Sadrâ, Farabî’nin bu evren anlayışını bir adım ileri götürür ve “Varlığın evi (dâru’l-vücûd) tektir ve âlemin tamamı yaşayan tek bir varlıktır.” der. (dipnot: Sadrâ, Esfâr, c.V, s.342) Varlık evinde bulunan bütün nesneler, diğer varlıklarla irtibat halindedir. Varlığı ancak bu şekilde kavradığımız zaman “insanın ufku” ile “varlığın ufku” kesişir ve insan bir varlık mertebesinden diğerine geçer. (dipnot: Sadrâ, Esfâr, c.5, s. 348). En düşüğünden en yükseğine bütün varlık âlemi “tek bir rabıta” ile birbirine bağlıdır. Âlemin tekliğini ve bütünlüğünü bu şekilde ortaya koyan Sadrâ, insanın varlık evinde neden seçkin bir yere sahip olduğunu ve meleklerin ona neden secde ettiğini şöyle açıklar:
Bütün âlem, yaşayan tek bir varlıktır ,(hayevân vâhid ), hattâ tek bir nefs gibidir. (…) İnsan son varlıktır ve tabiat âlemi onunla hitâma erer. Süflî ve ulvî âlemin bütün hakikatleri onda toplanmıştır. İnsan, âlemin bütün hakikatlerine, Hakk’ın isim ve sıfatlarının hakikatlerini eklemiştir. İnsanın tabiat âlemindeki küçük hilâfetinden sonra büyük âlemdeki büyük hilâfeti, bu isim ve sıfatlar sayesinde mümkün olmuştur. Bu yüksek mertebe yani hakikatlerin bütünü sayesinde melekler, Allah’ın emriyle ona secde etmişlerdir. (dipnot: Sadrâ, Esfâr, c. V, s. 350)
İnsan ile âlem arasındaki bu tenasüp ve mütekabiliyet ilişkisi, her ikisinin de aynı Yaratıcı tarafından yaratılmış olmasından kaynaklanır. Bu cevherî ilişki sayesinde insan kendinde âlemin küçük bir prototipini, âlemde de kendi sûretini müşahede edebilir. “İnsana neden küçük âlem denilmiştir?” sorusunu soran İhvân-ı Safa, bunun temel sebebinin insanı en güzel sûrette yaratan Allah’ın ona kendi sûretini, hem kendi nefsinde hem de âlemde göstermek istemesi olduğunu söyler. İnsanın ömrünün kısa, idrâk kabiliyetinin mahdut olduğunu bilen Allah, insana varlıüğın hakikatlerini, kendi içinde bulma imkânı vermiştir. Bu yüzden İhvân-ı Safa’ya göre, “Bütün bilgilerin başlangıcı, insanın kendini bilmesidir.” (dipnot: Resâilu İhvâni’s-Safa, (Beyrut: Dar Sâdır, ts.) c.II, s. 462. İhvân-ı Safa’nın “Cismaniyyat ve Tabiiyyat” kitabında “Ahlâkın tehzib (düzeltme/temizleme) ve nefsin ıslah edilmesinde sema ve âlem” (s. 24) alt başlığını kullanması, burada vurguladığımız âlem-ahlâk ilişkisini teyid etmektedir.)
Bu manâda varlıkla uyum içinde olmak, bir tabiat romantizmi değildir. İnsan ile âlem arasındaki ilişki, ontolojik temellere dayanır ve insanın yeryüzündeki yolculuğuna yön verir.
İslâm düşünce geleneğinde insan ile varlık arasında kurulan bütünleyicilik ilişkisi, hayat ile ölüm ve din ile dünya arasında da kurulmuştur. Klasik dönemde karşımıza sıkça çıkan ve kelamcılardan sûfîlere kadar pek çok düşünürün katkı sunduğu “din ve dünya adabı” literatürü, bu yaklaşımın kayda değer tezahürlerinden biridir. Nasıl insan ile varlık, teknik ile tabiat, birey ile toplum bir düalizm (ikicilik) içindeyse, insanın ömrünün kısa, idrak kabiliyetinin sınırlı olduğunu bilen Allah, insana varlığın hakikatlerini, kendi içinde bulma imkânı vermiştir. (…)
İnsan ile âlem, mikrokozmos ile makrokozmos arasında var olan bu dinamik ilişki, bir tarafta insanı kozmik yalnızlık ve yabancılaşmadan korurken öbür tarafta evreni ve tabiat âlemini edilgen bir meta olmaktan çıkarır ve evren, insan ile sürekli etkileşim halinde olan değer-yüklü bir varlık haline getirilir. Bu bakış açısı, ahlâk öğretileri ve siyaset felsefesi açısından dikkat çekici sonuçlara sahiptir. 1823 yılında vefat eden Şeyh Darkavî’nin insanın nefsi ile âlem arasında kurduğu bağlantı kayda değerdir.
Nefs, uçsuz bucaksız bir şeydir; bütünüyle kozmostur. Âlemde bulunan her şey nefste mevcuttur; aynı şekilde nefste bulunan herşey de âlemde mevcuttur.
Bu anlamda varlıkla uyum içinde olmak, bir tabiat romantizmi olmayıp, insan ile âlem arasındaki ilişki, ontolojik temellere dayanır ve insanın yeryüzündeki yolculuğuna yön verir. Din ile dünya bir tezatlık ilişkisi içinde değildir. (…)
No Comments