“Vücûd mevcûdâta indirgenemez.”
İbrahim Kalın’ın BARBAR -MODERN- MEDENÎ / MEDENİYET ÜZERİNE NOTLAR Kitabının (İNSAN YAYINLARI, BİRİNCİ BASKI 2018, İBRAHİM KALIN KİTAPLIĞI: 3) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki s.14’ün ortalarından bir cümle alıntı olarak başlığı teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.
“Bu ontolojik (varlıkbilimsel) daralmanın yıkıcı sonuçlarının henüz farkında değiliz. Varlığın, var olan şeylerin toplamından ibaret olduğunu sanıyoruz. (Baştaki ‘Oysa’ hâriç, başlığı alıntı olarak teşkil eden cümlenin yeri burası) Bir kitabın manâsı, onun sayfa sayısının, cildinin, kapağının, kısacası fizikî özelliklerinin toplamından daha fazla bir şeydir. (…) Aynı kitap, farklı şekillerde basılabilir. Fakat bu onun aslî hakikatini değiştirmez. Aynı şey insan için de geçerlidir. İnsan, bedensel uzuvlarının toplamından daha fazla bir varlıktır. (…) Bu açıdan baktığımızda varlığın bir bütün olarak idrak edilmesi, tek tek varlıkların toplamından daha fazla bir hakikat ile temas etmek demektir. (…) Varlığın sırrı, kendini bize farklı şekillerde takdim eder. (…) Fakat hangi bilme metodunu kullanırsak kullanalım, bunların hiçbiri varlığın sırrını tüketemez. (…) “
“(…) Yaratılış olarak var olma, bizi varlığın kaynağı ile her dâim irtibat halinde tutar. (…) Yaratılışın kokusu, varlığın sonsuz tezahürlerinde çıkar karşımıza. (…) Yaratılışın kokusu, bize büyük varlık dairesinin hikmeti hakkında bir fikir verir. Neden şimdi, burada, şu anda var olduğumuzu anlamamıza imkân sağlar.”
“Yaratılışın kokusunu duyamayanlar, varlığın sırrına eremezler. (…) Oysa insana musahhar kılınmış âlemin anlamlı ve yaşanabilir bir yer haline gelmesi için, varlığın sırrına erişmeğe ve yaratılışın kokusunu duymağa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. (…) Biz varlığa hükmetmek güdüsüyle hareket ettikçe varlık kendini bize kapatır. (…)”
“Varlığın, bizim onun hakkındaki düşünce ve tasarruflarımızda daha fazla bir hakikate sahip olduğu gerçeği, geleneksel metafiziği temel ilkerinden biridir. (…) Varlık tasavvurumuzda ve dünya görüşümüzde köklü bir değişime gitmeden cari medeniyet anlayışının sorunlarını aşmamız mümkün değildir. (…)”
” Bir tutum olarak medenîlikten, bir durum olarak medeniyete geçişte kaybettiğimiz değerler nelerdir? İbn Haldun’un iddia ettiği gibi medeniyetin sağladığı maddî imkânlar, bizi medenîlikten uzaklaştırır mı? Medeniyet medenîliğin zıddı mıdır? (…) Avrupa sömürgecilik hareketlerinin, Aydınlanma ve bilim devriminin ardından yükselişe geçmesi ve modern barbarlığın en hunharca örneklerini ortaya koyması, medeniyet iddialarının kırılgan yapısı hakkında bizi teyakkuza sevk etmektedir. Kendine demokrat, başkalarına barbar bir tutum sergileyen 19. yüzyıl Avrupa devletleri, maddî medeniyet imkânlarından yoksun ama belki de dünyanın en medenî-insânî topluluklarını köleleştirirken, bunu ahlâken ve vicdanen meşrûlaştırmak için de medenîleştirme kavramına başvuruyordu. (…)”
“Medeniyeti işlevsiz bir soyutlama ve seküler bir din olarak reddeden İsmet Özel’in Üç Mesele: Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma adlı eseri yahut Nobel edebiyat ödülü sahibi Güney Afrikalı edebiyatçı J.M. Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanı, medeniyet kavramının farklı gerekçelerle yüceltilmesine karşı çıkan çalışmalar arasında zikredilebilir. (…) Toynbee’nin “sınama-cevap verme” (challenge- response) mekanizması olarak tanımladığı bu dinamik süreç, medeniyetlerin etkileşimini tayin eden önemli unsurların başında gelmektedir. (dipnot: Arnold Toynbee, A Study of History (New York:Dell Publishing, 1946) Toynbee’nin Civilization on Trial kitabındaki makaleleri de bu noktaya dikkat çeker.”
No Comments