“Yazmak, okumak, sevmek, sevilmek” üzerine İsmet Özel’in bir yazısından alıntılar

 

“Yazmak, okumak, sevmek, sevilmek; bu dört mastarın her biri kendi başlarına bir şeydir ve yalnız kendileri bir şeyi ifade eder. (…) Yazılan ne ve yazılmasıyla ne oluyor? Okunan nedir ve onun okunması ne sonuçlar doğuruyor? Seven kim ve sevmeseydi ne olurdu? Sevilen kim veya ne? Şartlar sevildiği zaman nasıl; sevilmediği zaman nasıl? İnsanın olgunlaşmasından, kemale erişinden haberdar olmak istiyorsak andığımız dört mastar arasındaki bağları göz önüne almalıyız. Almadıysak kaybeden biz oluruz. Yazmağı okumaktan, sevmeği sevilmekten ayrı düşündünüz mü yoldan çıkarsınız.
Okumak, yazmak, sevmek, sevilmek; cümlenin maksudu bu dördünden her birinin kifayetlisi olmağa müteveccihtir. (…)
Şiir odur ki, bizleri, bizlik nedir bilenleri bir vuruşla okumanın, yazmanın, sevmenin, sevilmenin kıymetini bilmeğe çağırır.

(…) Böyle olduğu halde bize şu aşağıdaki suali veya o ayarda bir başka suali tevcih veya tevdi eden yoktur. “İstiklâl Marşı’nın manzume değil şiir olduğunu müdafaa eden sizler, şiirin de bir yandan bir tür heykel karakterine sahip olduğu nispette ve olduğu kadar diğer yandan bir tür söylem karakterini aksettirdiğini müdafaa eden sizler medeniyete tek dişi kalmış canavar demeği yerinde bulduğunuz zaman insan topluluklarının vahşetten barbarlığa oradan da yerleşik hayata geçtiği görüşüne zıt bir görüşü, zıt değilse bile farklı bir görüşü mü öne sürüyorsunuz?” Bunu bize soran yok. Çünkü biz yokuz. Biz Türkler Batılılaşma maceramızın hasılası olarak tarih sahnesinde solmuş hayaletler haline getirildik. (…)

Yukarıda zikrettiğim suali bana, beni bir şeylerden tecrit ederek tek başıma bana da soran yok. Bir şair, bir komünist, bir Müslüman olmam hasebiyle beni mesuliyetlerimi yerine getirmeğe çağıran yok. Olmadığı gibi şairliğin, komünistliğin, Müslümanlığın içi boşaltılarak benim Türk milletine bir renk değilse bile bir ses bulmamın vasıtaları da yok mesabesine indirildi. (…) Kaderimde yazarak önce paslanmanın aleyhinde bulunmak ve sonra tuttuğu kadar, tuttuğu yerde pası kazımak bulunduğu kafama çoktan dank etmişti. Âhir ömrümde ha bire kazımaktan geri durmuyorum ve ne oluyor? (…) Eğer ülkemin temayülleri sebebiyle henüz tecrübe etmediği o belli bir seviyeyi esas alarak yazmayacak olursam ne dediysem demiş olduklarımı diyemeyeceğim. (…)

Yazma güdüsü acaba insanın içinde yaradılıştan hazır bulunuyor mu? Hem evet, hem hayır. (…)
Ne diyeceğiz? Beşer vasfımızı insan vasfına yükseltme macerasına dalmış isek önümüze açılan saha yazmanın da, yazmamanın da bizi memnun edeceği bir sahadır. (…) Yazmayanlar yani yazma işine hiçbir şekilde bulaşmak istemeyenler ya sevildiklerini derinden derine biliyorlardır veya sevilip sevilmemeği kim bilir hangi sebepten dolayı umursamıyorlardır.

(…) Bilelim ki, yazma inşaatının temelinde okunmak, hususen, hassasiyetle okunmak yatıyor. (…) Ne ki yazıya geçirilmiştir onu kıskançlıkla korumak lâzımdır. (…) İslâm dairesinde kalmağa dikkat ve titizlik göstermeden ne şahit, ne şehit olunabilir. Çünkü doğru yolu tutturmak okumakla değil, okunmaktan, okunuyor olmaktan sağlanan faydayı öne almakla mümkündür. (…)”
http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/Yazi.aspx?YID=1562&KID=76

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked