İsmet Özel’in kitaplarından / yazılarından bazı alıntılamalar (2)
“(…) Önemi fark edildiği zaman istikamet derdini azamiye çıkaracak bir yerden, bir şeyden, bir tarihten dem vurma mevkiindeyim. Benim durduğum yer bütün mevkileri tartışmaya açıyor. Benim hususi eşyam her türlü mülkiyetin altını oyuyor. Kanat açmak için benim tarihimin üstündeki semadan başkası yok. (…) Bizi Dünyanın ilk hür halkı (böyle diyen: Noam Chomsky) ile dünyanın varlık gücünü şiirden alan ilk milleti arasında olan biten agâh kılsın. Âmin. (“Homeros’tan Karl Marx’a Şiirin Türk Tarihi” üst-başlığı altında çıkan “Bir Yer, Bir Şey, Bir Tarih” başlıklı, 2 Ağustos 2014 tarihli yazının son kısmından) “Türküm Doğruyum İntikamım Ülkemdir” kitabı (TİYO Yay., Aralık 2019 I.Baskı), s. 44)
“(…) Şuur olmaksızın şiir olmaz. Şuur ise şuuruna varılan o şeyden tecrit edilemez. Ancak va’z edilmiş bir şeyin şuuruna varılabilir. O halde anlaşılmağa değen ne olabilir ki, bir şeyin anlaşılmayışından dert yanalım? Bu bahse dair çözülen sırrın açıklamasını şöyle yapabilirim: İnsan için anlaşılmağa ve/veya anlaşılmağı değer hiçbir şey yoktur. Evren hakkında ömrümüz boyunca yapacağımız bütün yorumlar bölük pörçük intibalardan, izlenimlerden ibaret kalacaktır. Hepimize, her birimize ömrümüz boyunca sıkıntı veren şey ise anladığımızı sanmalarımızdan, anladığımızı sandıklarımızdan başkası değildir. (…) İşte bu bağlamda bahusus anlaşılmayan, anlaşılmaması için her türlü çabanın sarfedildiği şey şiirle Türklük arasındaki vazgeçilemez beraberlik olagelmiştir. (s.57-58) (…)
Türkler şiirde karar kılıncaya kadar birçok safhadan, birçok merhaleden geçti. Bu üstünlük basamaklarından biri bilmece, bildirmece basamağıdır. Türkler soruyor, sual ediyor: Sarıdır safran gibi / Okunur Kur’an gibi / Ya bunu bileceksin / Ya bu gece öleceksin. Bu gece ölmek istemeyen her Türk buluyor hemen bilmecenin cevabını: Altın; ama hangi altın? Külçe altın değil, ziynet altın değil: Tedavüldeki, piyasadaki, tasarrufa veya faize konu olabilen altın. Tarih boyunca kimileri altının meriyet sahasını Kur’an-ı Kerîm’in meriyet sahasıyla eş tutma hevesine kapılmıştır; hâlbuki insan hayatında altının yeri, altının tutması beklenen yer en azından safranın altındadır. Şiire giden yolda bilmeceler yontuyor, terbiye ediyor bizi. Ya bunu bileceksin / Ya bu gece öleceksin tehdidi altında kalan herkes altının bir hayat şartı olmadığı şuuruna kolayca varıyor. (s.58) Şuur olmadan şiir olmaz. Bilmecelerimiz neyin şuuruyla çıkar yolu fark edebileceğimizi bize öğretiyor. Bilmecelerimiz bize bönlükle yaralanmanın ıstırabını hatırlatıyor: Yedi delikli tokmak / Bunu bilmeyen ahmak Ortaya sadece kafiye hatırına tertip edilmiş bir oyun çıkardıklarını sanırsanız yanılırsınız. Yine bir ahlâk meselesi var karşımızda. İnsanın insan kafasını algılamasının en alta çekilen çizgisi insan kafasının yedi delikli bir tokmak olduğunu fark edenler tarafından çekilebilir. İki göz deliği, iki kulak deliği, iki burun deliği ve bir ağız … Bütün deliklerin vazifelerini yerine getirmeleri halinde Âdemoğlu sürgün edildiği dünyada kendine dönük bütün salvoları savuşturabilir. Bu işe yarayan tokmaktır insan kafası. En alta çekilen çizginin şuuru bize niçin gerekli? Çünkü çekilen çizginin haricindeki anlayış düşüklüğe mahkûm eder bizi. Yani cennet ümidimizi yok eder. (…) Türklük şiirin yükseltici imkânlarından istifade yolunu ahlâk bütünlüğü derdini ıskat edenleri öldürerek buldu.
‘Ahlâk bütünlüğü derdi’ ne demeğe geliyor? Türklerin Allah tarafından dokusu şiirli bir malzemeyle diğer milletlerden üstün olarak yaratıldığının vesikasına ahlâk bütünlüğü derdi diyoruz. Ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen peygamberin Rasul-i Ekrem olduğundan haberi olmayan her kim ise bu derdin neye taalluk ettiğinden de haberi hiç olmayacak. (…)” (Aynı üst-başlık altında, “Türkiye’den Türkeli’ne Varalım. Türk Şiirinden Şiir Türküne Ve Belki Şiir Türküye Varabilme Gücü Bize Verilirse” başlıklı, 20 Ocak 2015 tarihli yazı (s. 59) “
No Comments