“Aklınızdan 1934’de İnönü soyadını alacak İsmet’in Lozan konferansı sonrasında ‘Bir yüz sene kazandık’ dediğini çıkarmayın. Yüz sene mühlet Türklere verilmiş bir imkân mıydı? Hiç öyle olmadığını yaşadıklarımızla gördük.”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “Yazdıklarımın Soluklanma Vakti” üst-başlığı altında “Köşeyi mi Dönmeli, Voliyi mi Vurmalı?” başlığıyla çıkan 7 Muharrem 1443 (15 Ağustos 2021) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=84&KatId=5) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan ibaret olacak bu yazı. Başlığı oluşturan alıntı da yazının üçüncü paragrafının sonlarından.
“ Türk toplumu İsa’nın doğumu farz edilen tarihten 1970 yıl sonra ‘köşeyi dönmek’ tabiriyle tanıştı. Daha doğrusu bu tabirle içli dışlı olmanın tarihi erken değil. (…)
Bugün hayatımızın kapitalizmle bağını doğrudanlık tasvir ediyor. Hayatta kalmamız kapitalizmle ilişkimizi dolaylı tutarak mümkün değil. (…)
(…) Soycak tevaliden bahsediyorum. Babalardan ve onların oğullarından, anneler ve kızlarından dem vuruyorum. Çünkü bir zamanın yerini başka bir zamana bıraktığını bize başka bir şey değil, insan soyunun şöyle veya böyle, şu yana veya bu yana mesafe kat etmesi öğretiyor. (…) İşimize geldiği veya asabımızı bozduğu nispette ilericiden ve gericiden bahis açıyoruz.
Tarihten ibret almak bir yanlışı tekrar etmekten kaçınmak değildir. Birinci Dünya Savaşı denilince kapitalizme şöyle veya böyle alternatif doğurması muhtemel toplum işleyişlerinin tasfiyesini anlamamız tarihten ibret aldığımızı ispat eder. Sevr anlaşmasının Türklere bıraktığı sahayı aklınıza getirin. (…) Lozan’ın yüzüncü yılını doldurmasına çok kalmadı. Dünya Sistemi patronlarının yüz senelik mühleti azınlık imtiyazlarıyla donatılmış gayri-Müslimlere mi, Müslim olsun olmasın Türk olmayan herkese mi tanıdıklarını öğrenmemize az kaldı.
Misâk-ı Millî’den verilebilecek bütün tavizleri verenlere emanet edilen toprakların akıbeti Dünya Sistemi dediğimiz teşkilatlanma tarzının akıbetiyle ne ölçüde iç içe olduğunu gözümüze sokacak musibetin halen içindeyiz. (…) CHP’nin altı okundan birine “teşebbüs-ü şahsi esas olmak üzere” gidilen devletçilik adını takmışız. İdrak ettiğimiz son asır boyunca Cumhuriyet Türkiye’si kendini kapitalizmin bir kuzusu saydırmak suretiyle idame-i hayat edebildi. (…)
İnsan olarak bilmemiz gereken şeylerle Türk olarak bilmemiz gereken şeyler tıpatıp aynı şeyler değildir. Giderek bu ikisinden birine ulaşmak için yaptığımız şeyler çoğu zaman birbiriyle çatışır. Cumhuriyet inkılapları dediğimiz ve bizi modernleşmenin tekerrür edeceği farz edilen bir anına iliştirme gayesi güden girişimler yıllar yılı biz Türkleri iyi insan olmakla iyi vatandaş olmanın özdeş olduğuna inandırmağa çalıştı. Bunun imkânsız olduğunu iddia eden bir metinle şimdiye kadar (77 yaşındayım ve Latin alfabesiyle bile olsa okuryazar sayılıyorum) karşılaşmadım. Eğer modernliği günahtan arınmış biliyorsak Büyük Britanya veya ABD vatandaşı olmanın sorumluluklarıyla dünya vatandaşı olmanın sorumluluklarının birbirini yok ettiğini kolayca fark ederiz. Eder miyiz? Etsek bile bunun propagandası ile meşgul olmayız. Niçin olmayız? Çünkü dünyayı kalkınmış ve kalkınmakta olan ülkeler şeklinde ikiye bölmek aynı dünyayı kalkınmış ve geri kalmış ülkeler şeklinde ikiye bölmekten daha tilkicedir. (…)
(…) Modernlik ve insanlık birlikte bulunabilecek şeyler midir? İşin aslına bakarsak değil. Beşeri toplulukları uğrunda öldükleri şeyler insan kılar veya insanlıktan çıkarır. Yani inceleme alanımıza giren beşerî topluluk bir sürü olmağı kabul eder veya reddeder. Türkleri saray cenahında baş gösteren batılılaşma cereyanının kurbanları olarak mı, yoksa Çanakkale’yi geçilemez kıldığı için Sevr anlaşmasının uygulanmasına yer bırakmayan İstiklâl Harbi’nin başlatıcısı vatanseverler olarak mı göreceğiz? (…)
Modernlik hayatımızı darma dağın şekle getirdiği için gözümüzden kaçan şey bize hayatımız olarak gösterilen ve hepimizin şu veya bu şekilde sahiplendiği şeylerin hepsinin derme-çatma oluşudur. Bakışımızı çarpıklaştıran modern yapıdan salim kalmanın bir yolu yok mu? Sanata tahsis ettiğimiz yer bir imdat simidi özelliğindedir. (…)
(…) Şairaneliği düşman ilân eden Garipçiler yerlerini kolaylıkla İkinci Yeni’ye bıraktı. Modernleşmenin olduğu kadar Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin ile başlayan şiir arayışının (şiirde modernleşme arayışının) son noktası olarak ortaya çıkan İkinci Yeni ise miras bırakacak bir yere hiç ulaşamadı.
(…) Türk şiirinin Türk milletiyle irtibatı millete şiirden aktarılan can suyuyla kurulabilir. Toplumların bir şekilden başka bir şekle girmeleriyle dillerin yenilik adına katlandıkları arasında bir irtibat var. Türkiye Cumhuriyeti mağlup devletlerden biri olduğuna kanaat getirilen Osmanlı Devleti’nin enkazı üzerine bir dekor olarak oturtuldu. İnkılaplar en âlâsından dekordu. Bir toplum olarak sahiciliğimizi 1957 genel seçimlerine kadar koruyabildik. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi 29 Ekim 1923’te ilân edilen yaşama ritmine son verdi. Demek ki en azından 60 senedir bizi “uzatmalar” meşgul ediyor. Ben şair olarak şöhretimi uzatmaları sahiciliğe çevirme çırpınışıma borçluyum. (…)
Şiirde Türk milleti oluşumuzun sırrı var. Bu sırra omuz silkenlere yarın merhamet edecek kişi bulunamayacak. Türk milletinin yolunu aydınlatıp Türklere yol gösterecek sanat eserlerini desteğe kimse özenmeyecek. Yani iş olacağına varacak. Çünkü kapitalizmin bu günkü çerçevesinde insanlar servet sahibi olmanın iki yolundan başkasına rağbet etmiyor. Ayak altında kalmamak için ya köşeyi dönecekler veya voliyi vuracaklar. Köşeyi dönmek çevrenin ahmaklarla kuşatılması halinde mümkün olur. Voliyi ancak ahmakların güvenini kazananlar vurur. (…)“
No Comments