“Âlimin Ölümü”

 

Merhûm Prof. Dr. Orhan Okay‘ın SİLİK FOTOĞRAFLAR / PORTRELER Kitabında (DERGÂH YAYINLARI: 545) Âlimin Ölümü (Muhammed Hamidullah), s.90 / başlıklı yazıdan yapacağım bazı alıntılamalar teşkil edecek bu yazıyı.

Hamidullah Hoca’yı ben ilk defa öğrencilik yıllarımda (1952 veya 1953 olmalı) Edebiyat Fakültesi’nde (İstanbul’da) verdiği bazı konferanslarında tanıdım. Hocayı ilk konferansında veya benim katıldığım ilk konferansta Zeki Velidi Togan takdim etmiş, konuşmayı da Türk dinleyicilerine Fuat Sezgin tercüme etmişti. Üniversitelerin İslâmî konulara ürkek baktığı fakat bir yandan da Edebiyat Fakültesi’nde bir “İslâm Tetkikleri Enstitüsü” kurulması çalışmalarının yapıldığı o yıllarda Hamidullah’ın fakülte amfilerinden birinde verdiği konferanslar büyük alâka görüyor, dışarıdan katılan dinleyicilerle beraber amfide yer bulmak güçleşiyordu.

Siyah sakalı, uzunca boyu ve kadîd (zayıf) denilebilecek yapısı, sokakta daima basında taşıdığı siyah kıvırcık kalpağıyla Hamidullah Hoca sülüs hattıyla çekilmiş bir Elif’i andırırdı. (…) Bize yaşlıca görünen bu adamın insana hiç eğilmeyecekmiş izlenimi veren dik ve nahif bünyesinden umulmayacak kadar süratli yürüyüşüne hayretle mi, hayranlıkla mı bakardık? Hâlbuki o sırada henüz elli yaşında da değilmiş. Ama o zamanlar bizim için de zaten kırkın ötesi yaşlılık demekti. Pek de teferruatıyla bilinmeyen biyografisinden ve daha çok aziz dost İsmail Kara’nın Dergâh dergisinin Şubat saısında çıkan o uzun ve güzel yazısından öğrendiğime göre Muhammed Hamidullah 1908’de Hindistan’ın Haydarabad şehrinde doğmuş. Demek ki bizim İkinci Meşrutiyet’imizle yaşıt. (…)

Osmanlı Meşrutiyetiyle beraber dünyaya gelen Hamidullah, Almanya’da İslâm hukuku üzerine doktorasını hazırladığı sıralarda ilk defa 1932’de İstanbul’a gelmiş. (…) Haydarabad’ın 1948’de Hindistan hükümeti tarafından fiilen işgal edilmesinden sonra bir daha memleketine dönememiş ve Paris’e yerleşmiş. 1951 Eylül’ünde Müsteşrikler Kongresi vesilesiyle ikinci defa İstanbul’a gelmiş, İslâm hukukunun kaynaklarına dair önemli bir tebliğ vermiş. (Yerli yabancı beş yüzden fazla delegenin katıldığı ve 250 kadar tebliğin sunulduğu kongre 15-22 Eylül tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk ve İktisat fakülteleri salonlarında onbeş seksiyona ayrılarak yapılmış, Muhammed Hamidullah “İslâm Tedkikâtı” seksiyonunda 21 Eylül’de tebliğini Fransızca olarak sunmuştur; kongrenin sonunda alınan umûmî kararlar arasında bir “Beynelmilel İslâm Tetkikleri Birliği” kurulması teklif edilmiş, bu maksatla kurulan geçici komitenin başkanlığına Zeki Velidi Togan, kâtipliğine de Muhammed Hamidullah seçilmiştir.)

İşte muhtemelen bu gelişi münâsebetiyle yakın ilişkiler kurduğu Zeki Velidi Togan ve Fuat Sezgin’in delâletleriyle ( İslâm Tetkikleri Enstitüsünün biri müdürü, diğeri muaviniydi.) 1952 ve 1953 yıllarında sürekli konferanslar vermek üzere Türkiye’ye davet edilir. Bir süre sonra bir sömestr İstanbul Üniversitesi’nde, bir sömestr Paris Sorbon Üniversitesi’nde olmak üzere daha düzenli bir program tespit edilir. Böylece Türkiye’deki çeyrek yüzyıllık ikameti de başlamış olur.

1957’de Milliyetçiler Derneği tarafından Eminönü Halkevi’nde verdiği “Hukuk İlmine İslâm’ın Mühim Yardımları” konulu konferans metni de ertesi yıl aynı dernek tarafından küçük bir risâle hâlinde basılmıştır. Bu risale hocanın Türkiye’de basılmış ilk kitabı olmaktadır.

1963-65 yılları arasında ben Paris’te iken, onun da Fransa’da olduğu sömestrlerde kendisiyle çoğu Paris Camii’nde olmak üzere birkaç defa daha karşılaştık. (…)

1975’te İslâmî İlimler Fakültesi’nde ders vermek üzere Erzurum’a gelen Hamidullah 1977’ye kadar iki ders yılı burada kaldı. Onu artık daha sık görüyordum. Yaşı yetmişe yaklaşmıştı. Fakat hâlâ ilk gördüğüm yıllarda olduğu gibiydi. Aradan geçen yirmi küsur yıl ne simasında ne de tavırlarında bir değişiklik yapmıştı! Başında belki aynı siyah kalpağı, hâlâ siyaha yakın sakalı ve siyah elbisesiyle Erzurum’un karlı ikliminde yine bir sülüs elif’i gibi dik ve dinçti. Süratli bir yürüyüşü vardı. Öğle saatlerinde çok defa gördüğüm üniversite lokalinde bütün yediği yoğurt, ekmek, bazan bunlara ileve ettiği çorba veya bir sebze yemeğinden ibaretti.

Bütün bunları kendi çalışma alanımın dışındaki bir âlimin tasviri için gereksiz bulanlar olabilir. Ancak onda İslâm’ın hemen her konuda istediği itidâli, imsâki temsil eden bir insan gördüğümü söylemek isterim. (…) Bulunduğu her memlekette, her çeşit mecliste hiç kimsenin onun varlığından zerre kadar incinmiş veya rahatsızlık duymuş olduğunu sanmıyorum. Fakat İstanbul’da bazı çevrelerden dil uzatmalar bir süre sonra Erzurum’a da yansıdı. Aleyhinde broşürler dağıtanlar oldu. Paris’e ikinci gidişimde Hamidullah hocayı orada cami, mescit açılışlarına katılan, bu faaliyetlerin vazgeçilmez bir şahsiyeti olarak gördüm. Hemen her hafta, Müslümanlığı kabul eden çok sayıda Fransız’ın ihtida merasimlerine katıldığına, önceden olduğu gibi konferans, sohbet ve yayınlarını da devam ettirdiğine tanık oldum.

İslâm Peygamberi kitabının önsözünde kendisini yakından tanımış olanların doğruluğunu tasdik edecekleri “dünyada kendisine kalan yegâne mülkünün kalemi” olduğunu ifade eden Muhammed Hamidullah, Mevlânâ gibi 17 Aralık’ta yani “Şeb-i Arûs”ta dünya hayatını terk edip ebedî vuslata, Allah’ın rahmetine erişti.

(Bu yazıyı M. Orhan Okay’ın SİLİK FOTOĞRAFLAR PORTRELER Kitabının (Dergâh Yayınları) ÂLİMİN ÖLÜMÜ başlıklı yazısından yaptığım alıntılamalar oluşturdu. Daha geniş olarak o yazının ayrıca Zaman , 2 Mart 2003, Pazar, s. 17’de çıkmış olduğu belirtiliyor.

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked