Nazım olarak tercüme: “Bizi her kim ki hayr ile ede yâd / Hayr ile yâd olunsun, olsun şâd.”
“Daima gül ve gülistan içinde olmak için cümleyi dost tut! Herkesi düşman addedersen, nazarına düşmanın hayâli gelir.”
“Kim ki sâlih amel işlerse, nefsinin lehine ve kim ki fenâlık ederse, nefsinin aleyhinedir.”
“Kim ki zerre mikdârı hayır işlemişse, onu görür; ve kim ki zerre kadar şer işlerse, o da onu görür.” (Zilzâl, 99/7-8)
Birisi şu suâli getirdi: “Hak Teâlâ Hazretleri melâike lisânında : “Yâ Rab, yeryüzünde fesâd edecek ve kan dökecek kimse mi halk edeceksin? Halbuki biz seni hamdinle, tesbih ve zikrinle takdîs ederiz” buyurur. (Bakara, 2/30) Halbuki Âdem henüz gelmemiş idi. Melâike Âdem’in kan dökeceğine ve fesâd eyleyeceğine nasıl hükmettiler?”
Hz. Pîr-i dest-gîr buyurdular: Buna iki yönden cevap verdiler; biri menkul (nakledilen), diğeri makuldür. Menkul olan odur ki, melâike bir kavmin geleceğini ve sıfatları / böyle olacağını levh-i mahfûzdan mütâlaa ettiler. Bundan dolayı ondan haber verdiler. İkinci yön odur ki, melâike akıl yolu ile o kavmin yeryüzünde zuhûra geleceğini ve şüphesiz hayvan olacaklarını ve hayvandan bunun zâhir olacağını ve her ne kadar onlarda manâ bulunur ve nâtık (düşünen, konuşan) olurlarsa da, kendilerinde hayvâniyyet olduğundan, çaresiz fısk edeceklerini (hak yoldan çıkacaklarını) ve kan dökücülüğün âdemî olan gerekirliklerden olduğunu delîl yoluyla düşündüler.
Bir tâife başka bir manâ beyân buyururlar, şöyle ki: Melâike sırf akıl ve sırf hayrdırlar ve onların bir işde aslâ seçme özelliği yoktur. Nitekim rüyada bir fiil icrâ eylersin, onda seçici olmazsın. Eğer uyku hâlinde, gerek küfr etsen ve gerek tevhîd eylesen; ve eğer zinâ irtikâb etsen, şüphesiz sana itiraz olunmaz. Melâike yakaza hâlinde bu mesâbededirler; ve âdemîler ise bunun aksinedirler. Onlarda seçme ve heves vardır. Her şeyi kendi nefisleri için isterler ve her şey kendilerinin olmak için kan dökerler. Bu hâl ise, hayvâniyyet sıfâtıdır. Dolayısıyla melâike, âdemîler hâlinin zıddı olarak zâhir oldu. Şu halde her ne kadar orada bir söz ve dil yoksa da, böyle dediler diye bu yol ile onlardan haber vermek câizdir. Nitekim şâir der ki: Havuz, “Ben doldum” der. Havuz söz söylemez . Onun dili olsa idi, bu hâl içinde böyle der idi. Her bir meleğin bâtınında bir levh (levha) vardır ki, o levhden kendisinin kuvveti kadar, âlem hâllerini ve vuku bulacak şeyleri evvelce okur; ve okuyup bildiği şeyler, varlığa geldiğinde o meleğin Bârî Teâlâ hakkındaki itikadı ve aşkı, sarhoşluğu artar; ve Hakk’ın azametine ve gaybdânlığına (gaybı bilirliğine) taaccüb eder (hayret eder) ve onun aşk ve itikadının fazlalığı ve hayreti, lafz ve ibâre olmaksızın, onun tesbîhi olur. (…) Talebenin itikadı artar. Melâike de bu derecededirler.”