admin Posts

Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın Kur’an Meâli’nden bazı âyetlerin anlamları

 

BEYAN Yayınları’ndan çıkmış olan ve Kasım 2000’de İstanbul’da yayınlanmış bu eseri Yrd. Doç. Dr. Abdülaziz Hatip ve Mahmut Kanık çevirmişler, Ahmet Baydar Editörlüğü, N. Ahmet Özalp Dil ve Yazım’ı üstlenmiştir.

Le Saint Coran’ın Aziz Kur’an’a dönüştürülmesine katkıda bulunanların, en çok bu konudan söz etmekte çekingen davranacakları açıktır. Bununla birlikte, okuru bilgilendirmenin kendileri için kaçınılmaz bir görev olduğunun da bilincindedirler.

“Bu çeviri üç yılı aşan bir çalışmanın ürünüdür. (…)

Fâtiha

Rahmân, Rahîm Allah adına 1. Övgü Allah’a: Âlemlerin Rabbi, 2. Çok merhametli, hep merhametli, 3. Karşılık gününün sahibi. 4. Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. 5. Bizi doğru yola ilet, 6. kendilerine iyilik verdiklerinin yoluna, 7. hışmına uğrayanların ve sapanlarınkine değil.

Bakara Rahmân, Rahîm, Allah adına. 1. Elif Lâm Mîm. 2. Bu kitap, aslâ kuşku yok, bir yol göstermedir, takvâlılara, 3. ki onlar, görülemeyene inanırlar ve namazı kılarlar ve kendilerine verdiklerimizden bağışlarlar, 4. ve sana indirilene ve senden önce indirilene ve öteki dünyaya kesin inanırlar. 5. Onlar, Rab’lerinin doğru yolu üzerindedirler; ve kazananlar da onlardır. 6. Evet, o inkârcıları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir; inanmayacaklar. 7. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürledi. Ve gözleri üzerinde bir perde; ve onlar için büyük bir ceza vardır. 8. Bir takım insanlar vardır ki, “Allah’a ve Son Gün’e inanıyoruz!” derler. Oysa inanmış değildirler. (dipnot: Bkz. 4/Nisâ, 150). 9. Allah’ı ve inananları aldatmağa çalışırlar; oysa, kendilerinden başkasını aldatamazlar, ve bunun bilincinde değildirler. 10. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemeleri nedeniyle onlara can yakıcı bir ceza vardır!


Üzeyrî Kelime’de içkin olan “Kaderî Hikmet” hakkında bilgi

 

Bil ki, ‘kazâ’ Allah’ın eşyâda (şeylerde) hükmüdür. Ve Allah’ın eşyâda hükmü, Allah’ın eşyâya ve eşyâda olan ilminin tanımı üzeredir. Ve Allah’ın şeylerde olan ilmi de, bilinenler nefislerinde ne hâl üzere sâbit idiyseler, o bilinenlerin Hakk’a verdikleri şeyin tanımı üzeredir (1).

Ve ‘kader‘, şeylerin ‘ayn’ında (hakikatinde) ve nefsinde sâbit olduğu şey üzerine, hükmün fazlalık olmaksızın tevkîtidir (vakitlendirilmesidir) (2).

Yani ‘kader’, ilâhî ilimde şeylerin ‘ayn’ı gereğince verdiği hükmü ve hâlleri, belirli vakitte ve mukadder zamanda icrâ edip ızhâr eylemektir. Bundan dolayı kader bilinen hakikatlerden her birisinin hükümleri ve hâllerini belirli sebep ile belirli vakitte tayin eder; ve o hükümler ve hâller o vakitten aslâ ileri, geri gitmez. Bu sûretle kader, kazânın ayrıntısı olur. Ve ‘kazâ’, ilâhî ilim-ezelî zâtda bilinen şeyler üzerine ne şey hükmetmiş ise, / kader o şeyi fazla ve noksan olmayarak zamanlarına göre takdîr eder. Şu halde ilâhî kazâ şeyler üzerine ancak şeyler ile hükm etti. (3)

Yani şeyler ilâhî ilimde sâbitliği hâlinde kendi nefislerinde “ayn”larının hâllerinden ne şey üzere sâbit olmuşlarsa, ilâhî kazâ da o şeyler üzerine onların aynlarının verdiği hâller ve hükümler ile hükmeder. Dolayısıyla Hak Teâlâ hiçbir ferd üzerine, hariçten bir şey ile hükmetmez. Ancak o ferdlerin her birisi, zâtî istidâdı hasebiyle Hakk’a bir hüküm verir. Ve Hakk’ın üzerine o hüküm ile kendi üzerine hükmetmesini, Hakk’ın üzerine hükm eyler.

Ve bu kader sırrı hakikatidir. Buna ulaşma, müşâhid olduğu halde,kalbi olan ve dinleyen kimseye özgüdür. (4).

Yani “kazâ”nın şeyler üzerine, yine şeyler ile hükmetmesi keyfiyeti, halâyık üzerine hâkim olan kader sırrı hakikatidir; ve bunu öğrenme, ancak mazharlarda Hakk’ın nurlarını müşahede edici olduğu halde, hissî ve aklî mazharlarda Hak ile değişen kalbe mâlik bulunan ve îman nûruyla işiten kimseye mahsûstur. Bu vasıfları hâiz olmayan, kader sırrına muttali olamaz.

İmdi hüccet-i bâliğa Allah için sâbittir. (5).

Ceza gününde bu hüccet-i bâliğanın sübût sûreti, âtideki suâl ve cevaptan anlaşılır. Cenâb-ı Zü’l- Celâl hazretleri: Ey kâfir, âsî ve câhil kullarım! Ameliniz hasebiyle sizin hakkınızda düzenlediğim cezâyı çekiniz!

Ehl-i ikâb: Yâ Rab! Küfrü, isyânı ve cehli, ezelde sen bizim üzerimize takdir ettin. Senin takdirin ile bizden sâdır olan amellerden dolayı şimdi bizi muâheze etmen ve tâkatımızın dışında olan şeyi bizden taleb etmen hakkımızda zulüm olmaz mı?

Cenâb-ı İzzet: Benim kazâ ve takdîrim ilmime tâbidir; ve ilmim de bilinen isti’dâd-ı ma’lûmunuza tâbidir. Dolayısıyla siz ezelde bana dediniz ki: “Bizim mahsûs isti’dâdımız budur; biz senden bu istidâdımıza göre hükm isteriz.”Ben de öylece hükmettim ve zâtınızda saklı olan şey üzerine varlık ifâza edip, o şeyi îcâd ve ızhâr eyledim. Bundan dolayı sizden sâdır olan küfür, isyân ve cehil, ancak sizin zâtınızda potansiyel olarak var olan şeydir. Ben yalnız varlık ifâza edip, onları îcâd ve ızhâr ettim. Şu hâlde ben size zulmetmedim. Siz ancak kendi nefsinize zulmettiniz. Ve sizin talebinizin dışında size birşey vermedim. (…) ( Fusûsu’l Hikem Tercüme Ve Şerhi-III / XIV “Kelime-i Üzeyriyye’de Mündemic olan”Hikmet-i Kaderiyye” Beyânındadır” başlıklı, s. 81-82-83′ den alıntılar)

Cumhurbaşkanı Kim olur ?

 

CHP’de, konuşurken her tarafı hareket hâlinde olan biri Özgür Özel. Cumhurbaşkanı olmak ister elbette, ama olabilir mi? Peki İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı olmasını ister mi? İster görünüyor ama gerçekten ister mi? Bir de Yavaş var, ona sanıyorum en az şans tanınıyor. Hâlen Cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan’ ın seçilme şansı da elbette yüksek. Aday olması da yüksek bir ihtimal, seçilmesi de.

“Devleti yönetmek CHP’yi yönetmekten çok daha kolaydır” sözü de var ortada. Kime ait bu söz, bilmiyorum ama duyuyorum.

İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olabilme şansına da sahip değil gibi belge eksikliği yüzünden. Hâlen hapiste olması da dezavantajı. Özgür Özel aday olmasını ister görünüyor ama bunda samimi mi? Sanmıyorum. Hapisteki birisine moral veriyor olsa gerek.

Velhâsıl Cumhurbaşkanı kim olur sorusu ortada ama Tayyip Erdoğan’ın seçilme şansı yüksek görünüyor.

Bir CHP’linin (Özgür Özel, İmamoğlu) Cumhurbaşkanı seçilmesi zayıf bir ihtimal gibi geliyor bana. O ikisi paslaşıyorlar gibi görünseler de. İmamoğlu’nun aday olabilmesi, gerekli belgelerin eksikliği yüzünden de gerçekleşmeyebilir. Hapis durumu da olumsuz bir etken gibi görünüyor. Tersine mağdur görenler ve bu yüzden seçilmesini isteyenler de olabilir elbette.

Hayırlısı olsun.


Fîhi Mâ Fîh’den alıntılar

 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’ nin bu eserinin tercümesi merhûm Ahmed Avni Konuk’a aittir. Eseri Yayına Hazırlayan merhûm Dr. Selçuk Eraydın’dır. İZ Yayıncılık’tan 8. Baskısı İstanbul, 2009’dur.

“Rızkı veren Allah Teâlâ’dır; O herkesin rızkını takdîr ve taksîm etmiştir. Hakk’ın takdîrini değiştirmek mümkün olmadığına göre, insanın kendisini Kur’ân-ı Kerîm’e göre değiştirmesi isâbetli bir davranıştır.” (s. XXl)

“Ya Rab nigâh-ı lutfun içindir bu meşgale Zulmetde reh-nümâ bize ancak bu meş’ale Her zerre tâziyâne-i hubbünle sa’y eder Hubb-i zuhûr-ı zât ile koptu bu velvele Sâcid nikâb-ı vechine zilletle put-perest Mü’min visâl-i rü’yetine çekti besmele Herkes huzû’ içinde önünde namazdadır Halkı namâza da’vet eden hep bu hayy’ale ! Taktın birer inân, bilen bilmeyen koşar Âlim bu keşmekeşde eder kat’-ı merhale AVNÎ der-i inâyetini devr edip durur, Can ver inâyetinle o bî-ruh heykele.”              

Mütercim-i hakîr Ahmed Avnî el- Mevlevî s.4

   

                 

İbnü’l-Arabî’nin hayal teorisinin epistemolojik ve ontolojik vechesinin temel iddiaları

 

Bu iddialar temelde birbirinden mutlak anlamda bağımsız olmayan iddialardır. Hayalin epistemolojik vechesine ilişkin temel iddia, onun Allah’ın sıfatları itibariyle âleme yakın oluşunu ve benzerliğini (teşbih) idrak etmeye götüren bir yeti olduğudur. Yine teorinin bu yönü kapsamında hayal, soyut makullerle duyumların somut suretleri arasındaki karşıtlığı birbirine yaklaştırma işlevine sahiptir. Teorinin ontolojik vechesiyle ilgili temel iddia ise, her ne kadar geniş kapsamından ve vechelerinin çokluğundan dolayı farklı kavramlarla ifade edilse de Hakk’ın ilk tecellisinin mutlak hayal mertebesinde oluşudur. İlk tecelliyi ifade eden mutlak hayal, aynı zamanda varlığın ve yaratmanın temel unsuru olduğu için âlemin bütünüyle ilahî tecelliler ile mutlak hayal mertebesinde zuhur ettiği iddiası gündeme gelir. Epistemolojik ya da ontolojik vechesi itibariyle hayal, maddî duyular âlemi ile metafizik âlem arasında berzahtır.

İbnü’l- Arabî düşünce sisteminin diğer meselelelerinde yaptığı gibi hayal teorisini de zengin bir terimler örgüsüyle sunar. Tüm bu terimler, özü itibariyle tek olan kuşatıcı bir hakikatin muhtelif yönlerine işaret ettiği için mutlak anlamda birbirinden farklı ya da birbiriyle ilişkisi olmayan hakikatlere atıfta bulunmaz. İbnü’l-Arabî’nin hayal teorisinin ontolojik ve epistemolojik yönleriyle ilgili olarak; bitişik (muttasıl) hayal, ayrık (munfasıl) hayal, mutlak hayal, hayal (misal) âlemi ve berzah olmak üzere beş ana kavramı ve her kavramla ilgili de temel önermeleri vardır. Bitişik hayal epistemolojik olarak aktif bir algılama biçimidir. Ayrık hayal varlıkla ilgili, zihinden bağımsız zatî bir merebedir, dolayısıyla teorinin ontolojik vechesni ifade eder. Mutlak hayal yine varlıkla ilgilidir ve Hakk’ın ilk tecellisini ifade eder, Hayal âlemi varlık mertebeleri içerisinde maddî âlem ile metafizik âlem arasında bulunan ve kendine has özellikleri haiz varlık mertebesidir. Berzah ise gerek epistemolojik gerekse ontolojik anlamda hayalin, birbirinden farklı iki alan arasındaki çelişkiyi mutlaklıktan çıkararak geçişi sağlama özelliğini ifade eder.

Teorinin tüm bu kavramlarına ilişkin temel önermelerinin ayrıntılarını şu şekilde ifade edebiliriz: Hayal gücü epistemolojik olarak duyu organları kadar gerçek, hatta onlardan daha aktif çalışan bir bilgi yeteneğini ve algılama biçimini ifade eder. Bu yeti algılanabilir verileri dönüştürmek sûretiyle deşifre edilmesi gereken simgelere dönüştürür (Schwarz, s.384). Bu epistemolojik yapısıyla hayal, en dar anlamıyla duyusal olarak algılanabilen bir surete sahip olandır.