admin Posts

“İktisap meselesinde kapının kapanması”

 

İktisap kapıların kapanmasıdır / Umduğumuz kazançlar hakkında kapanır kapılar / Benim adıma kesb sahih olursa şu da olur: / O’nun ehli olurum ve aradaki bağ sabit olur / Ben ve O, varlığın hükmüne bağlıyız / O’nun katındaki zanlarım buna şahit / Ben işlerimizi bilen ve görenim / Gözlerden kayıp değiliz / Allah bilir ki benim katımda olan, / O’nun da dediği gibi ilimde bana verilen, haşviyyattır / Celâlini ve cemâlini öğrenince / İşin bir serap olduğunu öğrendim.

Şöyle demiştir: ‘iktisab (kesbetmek) kazanmak üzere çalışmak demektir. var eden de kazanandır, çünkü kazandığıyla nitelenmiştir. (…) Bu nedenle ‘Allah vardı, O’nunla beraber başka bir şey yoktu’ denilmiştir. Hadisi aktaran kişiden şekilci âlimlerin zikretmiş oldukları ifade aktarılmamıştır. Onlar bu ifadeyi habere dâhil etmiştir. Söz konusu ifade ‘O şimdi de olduğu hal üzeredir’ ifadesidir. Böyle bir ifade haberi yalanlamak anlamınas gelir, çünkü ilahi habere göre Allah ‘Her gün bir iştedir. (Er- Rahman 55/29)

“En öncelikli hak Allah’ın Hakkıdır.”

 

“Secde hâlindeyken duayı arttırman gerekir. Bu itibarla secde Allah’a en yakın olduğun haldir. Hz. Peygamber ‘Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secdedir’ demiştir. Duayı çoğaltmanız gerekir; secdeden daha yakın bir hal olmadığı gibi dua da Allah’a yakınlık halinde yapılabilir. Secde halinde dua ettiğinde Allah’a istenilen yakınlığın sürekli olması için dua etmelisin. Çünkü Allah’ın bütün yaratıklarına yakın olduğunu biliyorsun. Bu meyanda Allah bulundukları her yerde yaratıklarıyla beraberdir. Talep edilen yakınlık ise kulun Allah’a yakın olması ve O’nun kendisinde bulunduğu her işte ve şe’nde Allah ile beraber olmasıdır. Çünkü Allah için şe’n ve işler, yaratıklar için haller mesabesindedir. Daha doğrusu onlar yaratıkların kendilerine bulundukları hallerdir. Babanın ölümünün ardından onun dostlarıyla ilişkini sürdürmen gerekir. Böyle bir davranış en iyi işlerdendir. Bir hadiste şöyle denilir: ‘ En iyi iş insanın babasının sevdikleriyle ilişkisini sürdürmesidir.’ Böyle bir davranış en iyi işlerdendir. Bir hadiste şöyle denilir: ‘ En iyi iş insanın babasının sevdikleriyle ilişkisini sürdürmesidir.’ Böyle bir davranış Allah’a en sevimli gelen işlerden olduğu kadar kastedilen o insanlara iyilik, kendilerine saygıyla selam vermek, hizmet etmek, imkân ölçüsünce ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara yardım etmektir. Aile ve akrabalarınla latifeleşmek gerekir. Bütün yaratılmışlara -Allah’ı kızdırmayacağın sürece – en iyi şekilde davranmalısın. Birisini Allah’ı kızdıracak şekilde razı etmen gerekirse , O’nu razı etmeyi tercih etmelisin. Tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermelisin. Karşılaştığın kişinin sana selam vereceğini bilirsen, selama onun başlamasına izin verip ardından onun selamını almalısın. Böyle yapınca farz sevabı kazanmış olursun.

Allah’ın ayetleri hakkında ilhada gitmekten veya içindeyken O’nun hareminde sınırı aşmaktan ve ilhada gitmekten sakınmalısın. İlhad dince doğru diye belirlenmiş bir işten yüz çevirmektir. Bu nedenle ayette ‘Kim orada ilhad niyeti taşırsa’ (el-Hac 22/25) denilmiş, ardından da zulüm anılmıştır. En üstün sadakatı vermelisin

CHP kendine lâyık başkanını seçti. Özgür Özel Genel Başkan!

 

39. Kurultayını gerçekleştiren CHP kendisine lâyık liderini seçti. Mutlu olmuşlardır CHPliler. Olsunlar! İmamoğlu hayranı Ö. Özel’i konuşmasıyla olsun beğenenler mutlu olmuşlardır. Ben CHP’li değilim. Rahmetli olmuş bir dayım CHP’liydi, uzun ömürlü olsaydı şimdi CHP Genel Başkanı seçilen zâtı beğenir miydi; hiç sanmıyorum. Yalnız o değil eski CHP’liler de öyle sıradan ve konuşması iyi olmayan adamları CHP’ye yakıştırmazlardı. Şimdinin politikacıları böyle. Parti bağlıları da bizim nesle göre çok düşük seviyedeler. Her neyse. Alan memnun, veren memnun! Bana ne!

İbrahim Kalın’ın Barbar- Modern- Medenî / Medeniyet Üzerine Notlar

 

Bu kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Kültür kelimesinin kök olarak toprağı ekip biçmekle ilgili olduğunu söylemiştik. Bu ma’nâda kültür, insanın maddî dünyayla olan ilişkisine atıfta bulunur. Toprağı ekip biçmek genel anlamda insanın çevresiyle ve tabiat âlemiyle nasıl bir irtibat kurduğunu ifade eder.

Malik bin Nebi’nin medeniyeti “insan, toprak ve zaman”dan oluşan bir bütün olarak tanımlaması dikkat çekicidir. Bin Nebi, dünyevîleşmeden dünyada var olmayı, maddî- hâricî şartları yok saymadan özne olarak kalabilmeyi ve insan ile toprak ve zaman arasındaki girift ilişkiyi dikkate alarak bir medeniyet tahlili (analizi) yapmayı amaçlar. İnsan, toprak ve zaman, medeniyetin üç ham malzemesidir. Tek başına hiçbirinin medeniyet üretmesi mümkün değildir. Ancak bu üçü anlamlı bir metafizik-ahlâkî çerçevede bir araya geldiğinde ve uygun şartlar oluştuğunda medeniyet adını verdiğimiz büyük yapıyı oluşturur. Din, bu unsurları tutarlı ve üretken bir şekilde bir araya getiren “katalizör” rolündedir. Medeniyetlerin iç tutarlılığını ve hayatiyetini sağlayan, dinlerin oluşturduğu itici güçtür.

Bin Nebi, medeniyetlerin inşasında insanı merkez aktör ve özne olarak görür. Bu yüzden insanın toprak ve zamanı kullanarak nasıl medeniyet değerleri ürettiği sorusunun derinlemesine tahlil edilmesi gerektiğini söyler. Yapısalcı ve materyalist düşünce ekollerinin tersine maddî yahut coğrafî şartlar, insanın özne / fâil olma vasfını (agency) ortadan kaldırmaz. Tersine, doğru kullanıldığı zaman bu unsurlar özne / aktör olma rolünü perçinler. Önemli olan yapı ile özne, sistem ile eylem arasındaki dengeyi doğru kurabilmektir. Fakat bu tahlilin arkasında aynı zamanda siyasî bir mesaj da yatmaktadır. Kadîm ve büyük medeniyetini kaybetmiş olan İslâm dünyası yeni bir medeniyet hamlesiyle ayağa kalkacaksa, bunu toprağı ve zamanı değil, öncelikle insanı ıslah ederek başarabilir. Toplumu ve medeniyeti inşa eden ve taşıyan insan, herhangi bir varlık değildir. O, belirli bir istikâmete (yani medeniyet hareketine) yönelmiş ve zarurî ihtiyaçlarının ötesine geçebilmiş idrak sâhibi ferdi (bireyi) ifade eder. Medeniyeti ancak bu bilinçe sahip bireylerin oluşturduğu bir toplum inşa edebilir. Bir İslâm medeniyet hareketi, ancak bu idrake ve donanıma sâhip bireylerin yetiştirilmesi ile mümkün olacaktır. (dipnot: Bkz. Malik bin Nebi, Şurûtu’n — nahda, s. 45. vd.)

“Tarihin Sonu Meselesi”

 

İbrahim Kalın’ın Barbar-Modern- Medenî / Medeniyet Üzerine Notlar kitabının (insan Yay.) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Aydınlanma düşünürlerinin çoğu, insanlığın küllî tekâmülü ile emperyalist güdüler arasında bir sorun olmadığına inanıyordu. Zîrâ Avrupa’daki büyük zihinsel dönüşümü, evrensel aklın tarihteki yürüyüşünün bir izdüşümü olarak görüyorlardı. (…)

Kant, bu fikre felsefî bir temel sağlayan düşünürlerin başında gelir. “İnsan ırkı bir bütün olarak sürekli ilerliyor mu?” sorusuna bir dizi risalesinde cevap arayan Kant, “düzenleyici bir ilke” olarak aklın evrensel kurallarının tarihe yön verdiğini savunur. Tarih, tabiatın insana bahşettiği aklî potansiyelin tecessüm ve tezahür etme sürecini ifade eder. (…) Kant’a göre bilfiil hâle gelmemiş bir meleke, varlığını sürdüremez. Dolayısıyla insandaki aklî potansiyel bir şekilde tahakkuk etmek ve fiilî hâle geçmek durumundadır. Fakat hiçbir insanın ömrü bu tahakkuk sürecini kucaklayacak kadar uzun olmadığından aklî ve ahlâkî anlamda ilerleme ancak nesiller boyunca ve bütün insanlığı kuşatacak bir biçimde gerçekleşebilir. Kant meseleyi şu şekilde formüle eder: “ İnsan ırkının genel ma’nâda daha iyiye doğru ebedî olarak ilerleyip ilerlemediği sorulacak olursa, önemli olan insanın doğal tarihi (gelecekte yeni ırkların ortaya çıkıp çıkmayacağı) değil, daha ziyade onun ahlâkî tarihidir. Daha net ifade etmek gerekirse önemli olan insanın genel ma’nâda bir tür olarak (singulorum) tarihi değil, yeryüzünde toplumsal olarak birleşmiş ve farklı halklara ayrılmış insanların bütünü olarak (universorum) tarihinin (ne yönde ilerlediğidir). (dipnot: Immanuel Kant, “An Old Question Raised Again: İs the Human Race Constantly Progressing?”, Kant on History, ed. Lewis White Beck (New York: Macmillan Publishing Company, 1963), s.137.) (…) Kant’tan sonra hem Hegel’de hem de Marx’ta karşımıza çıkan tarihî zorunluluk fikri, Batı düşüncesinin kültür, tarih, toplum ve medeniyet kavramlarını derinden etkilemiş ve Batılı olmayan dünyaya karşı dışlayıcı, hiyerarşik ve mütehakkim yaklaşımların geliştirilmesine zemin hazırlamıştır. Fakat asıl ilginç olan, “Ruh”ün (Geist) tarihteki yürüyüşünü esas alan ve yukarıdan aşağıya doğru bir metafizik inşa eden Hegelci ekol ile anti- emperyalist ve enternasyonalist olduğunu söyleyen ve aşağıdan yukarı doğru bir felsefî sistem öneren Marxist hareketlerin, Avrupa- merkezcilik ortak noktasında buluşmasıdır:Tarihî zorunluluk, Avrupa’nın ve Batı medeniyetinin öncülüğünde ve Batılı olmayan toplumlar dâhil bütün insanlığı dönüştürecek şekilde ilerleyecek ve buna hiçbir kültür ve medeniyet direnemeyecektir.