admin Posts

“Tarihin Sonu Meselesi”

 

İbrahim Kalın’ın Barbar-Modern- Medenî / Medeniyet Üzerine Notlar kitabının (insan Yay.) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Aydınlanma düşünürlerinin çoğu, insanlığın küllî tekâmülü ile emperyalist güdüler arasında bir sorun olmadığına inanıyordu. Zîrâ Avrupa’daki büyük zihinsel dönüşümü, evrensel aklın tarihteki yürüyüşünün bir izdüşümü olarak görüyorlardı. (…)

Kant, bu fikre felsefî bir temel sağlayan düşünürlerin başında gelir. “İnsan ırkı bir bütün olarak sürekli ilerliyor mu?” sorusuna bir dizi risalesinde cevap arayan Kant, “düzenleyici bir ilke” olarak aklın evrensel kurallarının tarihe yön verdiğini savunur. Tarih, tabiatın insana bahşettiği aklî potansiyelin tecessüm ve tezahür etme sürecini ifade eder. (…) Kant’a göre bilfiil hâle gelmemiş bir meleke, varlığını sürdüremez. Dolayısıyla insandaki aklî potansiyel bir şekilde tahakkuk etmek ve fiilî hâle geçmek durumundadır. Fakat hiçbir insanın ömrü bu tahakkuk sürecini kucaklayacak kadar uzun olmadığından aklî ve ahlâkî anlamda ilerleme ancak nesiller boyunca ve bütün insanlığı kuşatacak bir biçimde gerçekleşebilir. Kant meseleyi şu şekilde formüle eder: “ İnsan ırkının genel ma’nâda daha iyiye doğru ebedî olarak ilerleyip ilerlemediği sorulacak olursa, önemli olan insanın doğal tarihi (gelecekte yeni ırkların ortaya çıkıp çıkmayacağı) değil, daha ziyade onun ahlâkî tarihidir. Daha net ifade etmek gerekirse önemli olan insanın genel ma’nâda bir tür olarak (singulorum) tarihi değil, yeryüzünde toplumsal olarak birleşmiş ve farklı halklara ayrılmış insanların bütünü olarak (universorum) tarihinin (ne yönde ilerlediğidir). (dipnot: Immanuel Kant, “An Old Question Raised Again: İs the Human Race Constantly Progressing?”, Kant on History, ed. Lewis White Beck (New York: Macmillan Publishing Company, 1963), s.137.) (…) Kant’tan sonra hem Hegel’de hem de Marx’ta karşımıza çıkan tarihî zorunluluk fikri, Batı düşüncesinin kültür, tarih, toplum ve medeniyet kavramlarını derinden etkilemiş ve Batılı olmayan dünyaya karşı dışlayıcı, hiyerarşik ve mütehakkim yaklaşımların geliştirilmesine zemin hazırlamıştır. Fakat asıl ilginç olan, “Ruh”ün (Geist) tarihteki yürüyüşünü esas alan ve yukarıdan aşağıya doğru bir metafizik inşa eden Hegelci ekol ile anti- emperyalist ve enternasyonalist olduğunu söyleyen ve aşağıdan yukarı doğru bir felsefî sistem öneren Marxist hareketlerin, Avrupa- merkezcilik ortak noktasında buluşmasıdır:Tarihî zorunluluk, Avrupa’nın ve Batı medeniyetinin öncülüğünde ve Batılı olmayan toplumlar dâhil bütün insanlığı dönüştürecek şekilde ilerleyecek ve buna hiçbir kültür ve medeniyet direnemeyecektir.

Barbar- Modern- Medenî / Medeniyet Üzerine Notlar

 

İBRAHİM KALIN’ın bu kitabından yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı .

“Bir tutum olarak medenîlikten, bir durum olarak medeniyete geçişte kaybettiğimiz değerler nelerdir? İbn Haldun’un iddia ettiği gibi medeniyetin sağladığı maddî imkânlar, bizi medenîlikten uzaklaştırır mı? Medeniyet, medenîliğin zıddı mıdır?”

“Avrupa sömürgecilik hareketlerinin, Aydınlanma ve bilim devriminin ardından yükselişe geçmesi ve modern barbarlığın en hunharca örneklerini ortaya koyması, medeniyet iddialarının kırılgan yapısı hakkında bizi teyakkuza sevk etmektedir. Kendine demokrat, başkalarına barbar bir tutum sergileyen 19. yüzyıl Avrupa devletleri, maddî medeniyet imkânlarından yoksun ama belki de dünyanın en medenî-insanî topluluklarını köleleştirirken, bunu ahlâken ve vicdânen meşrûlaştırmak için de medenîleştirme kavramına başvuruyordu.

Rüyayı görenle Rüyayı Tabir eden Arasındaki İlişki

 

Çağdaş bir rüya tabircisi müşterilerine nasıl davranır?

Alfred Huber’e borçlu olduğumuz bazı kayıtlarda, İbn Sîrîn’e ait olduğu söylenen ve yanında bu yorumcunun torunlarından birinin çalıştığı, Kahire’deki mezarın bulunduğu yerde gerçekleşen bazı tesadüfler yer almaktadır. Bu kişinin evinde bir telefon olması ve birisi aşırı derecede huzursuz edici bir rüya görürse âcil durumlarda da ulaşılabilir olması, müşterileri için rahatlatıcıdır.

Yorumlar hep şu cümleyle başlamaktadır: “Hayırlı bir şey öğrenesin, kötülük senden uzak dursun; iyilik bize kötülük düşmanlarımıza! Anlat bakalım rüyanı!” (dipnot: Bu tür kalıplaşmış sözler için bkz. Abdülgani en-Nablusî, Ta’tirü’l-Enâm fi’ta’bîrü’l-Menâm, s.4-6.) Bu tür hayır dilekleri, Arap dünyasında olsun, Fars dünyasında olsun her yerde görülür. Kürtlerde, “Rüyan hayırlı olsun” denmemesi büyük bir kabalıktır. Bu cümleye yanıt olarak, “Sana da hayırlar olsun” denir. (M. Piamenta, İslam in Everyday Life Arabic Speech, s. 219. Ayrıca krş. Mohammad Mokri, “Les songes et leur interpretation chez les ahl-e Haqq du Kurdistan İranien, “ Sources Orientales, Les Songes içinde, s. 197.

Birisi yorumcuya uydurma rüyalar anlattığında ise, Nablusî’nin dediği gibi “ iyi anlamlıysa yorumcuyadır, kötü anlamlıysa sahtekâradır.” Çünkü rüyaları uydurmak ya da içeriği konusunda yalan söylemek büyük bir günah olarak görülür. Böyle bir şey yapan kimse, öte dünyada, bir arpa tanesine düğüm atmak ya da iki arpa tanesini birbirine düğümlemek, hattâ bir başka anlatıma göre yanan bir oturağa oturmak zorunda kalacaktır. (dipnot: Krş. Paul Schwarz, “Traum und Traumdeutung beş Abdalgani an-Nabulusi,” ZDMG 67 (1913); ayrıca bkz. Charifa Magdi, Die Kapitel über Traumtheorie und Traumdeutung aus dem kitab al-tahrîr fi ‘ilm at- tafsir des. diyâ ad-Din al-Gaziri, s. 67. Yoruma başlamadan önce – Farsça Hâbnâme-i Yûsufi’nin öğrettiğine göre- bir dua okumalı, bunu yaparken belli Kur’ân âyetlerini (örneğin Âyete’l- Kürsî 2. sûrenin 255. âyetini) tekrarlamalı ve şu sözlerle bitirmelidir: “ Yâ Rab, Ümmü’l- Kitab’ın gücü ile, bize bu rüyanın gerçeğe ve halka uygun yorumunu açıkla”; burada Ümmü’l-Kitab sözüyle muhtemelen Kur’ân’ın göklerdeki aslı değil, Fatiha Sûresi kastedilmektedir.

Teolojik Bağlam

 

Teoloji kavramıyla, İlâhî gerçeklik ve bu gerçekliğin âlem ile ilişkisini söz konusu etmeyi amaçlıyorum. İslâm düşüncesinin oluşumu süresince yaklaşık XI. yüzyıla kadarki evrede teologlar (İlâhiyatçılar), tarihçilerin alışılageldik şekliyle belirttiği gibi kelâm -dogmatik, skolastik ya da diyalektik teoloji-, tasavvuf -ya da mistisizm- ve felsefe olmak üzere üç ana düşünce okulu üzerinden tasnif edilebilir. En azından Gazzâlî döneminden beri yazarların gitgide mevcut yaklaşımları birleştirip sentez oluşturmağa yönelmesinden dolayı bu kategoriler aşınmaya başlamıştır.

Aşk konusunu ele alan ilahiyatçılar, birlik kavramı, Allah’ın zâtı, sıfatları -ya da isimleri- ve fiilleri bakımından tanımlanması, ayrıca ilâhî sıfatların tamamlayıcılığı (birbirine karşılık gelen nitelikleri) gibi çeşitli terminolojik kavramlar bağlamında bunu yaptılar. SûfÎ eğilimin getirdiği yaklaşımı kelâmcıların yaklaşımından ayırt eden şeylerden birisi, kutsal ile insan arasındaki ilişkinin insânî tarafına yapılan vurgudur.

Kelâmcılar genel anlamıyla Allah’ın nihâî aşkınlığı üzerinde durmuş ve içkinliğine ilişkin herhangi bir düşünceyi önemsememişlerdir. Böyle yaparak, insan tabiatıyla doğrudan ilgili olan insanın Allah algısını ve alımlamasını karanlığa gömmüşlerdir. Antropomorfizm (insanbiçimcilik) den sakınmak için aklî düşünceye sığınarak korunmak istemişler ve özellikle Allah’ın belirgin bir şekilde insânî kavramlarla tasvir edildiği Kur’ân ile hadîsin sembolizminden ve temsilî (imagery) anlatımından kaçınmışlardır. İbnü’l- Arabî’nin yazdıklarının önemli bir kısmı, Kur’ân’ın GÖRÜNEN YÖNÜNÜ TEMEL ALAN kelâmın bu aşırı DUYARLILIĞINI hedef almakta, kelâmcılara ÂYETLERİN GÖRÜNÜR ANLAMLARINI açıklamayı BIRAKMALARINI VE NEFİSLERİNİ Allah’ın sûret ve simgelerdeki TECELLÎLERİNE AÇMALARINI tavsiye etmektedir: İbnü’l-Arabî, AKLIN (rationality) soyutlayıcı gücünün -akıl; ona göre KALBİN İKİ GÖZÜNDEN BİRİSİDİR- gerekliliğini inkâr etmemekte FAKAT İNSANLARDAN MUHAYYİLE VE SEMBOLİZME eşit zaman vermelerini İSTEMEKTEDİR. (dipnot: Sufi path of Knowledge adlı çalışmamda İbnü’l -Arabî’nin rasyonelleştiren soyutlamaya dönük eleştirilerine ili,şkin yeterince örnek metin sundum.)

Teolojik Bağlam

 

Teoloji kavramıyla, ilâhî gerçeklik ve bu gerçekliğin âlem ile ilişkisini söz konusu etmeyi amaçlıyorum. İslâm düşüncesinin oluşumu süresince yaklaşık XI. yüzyıla kadarki evrede teologlar