İBRAHİM KALIN‘ın BARBAR-MODERN- MEDENÎ / MEDENİYET ÜZERİNE NOTLAR (İNSAN YAYINLARI) Kitabının, bu yazının da başlığını alıntı olarak teşkil eden bölümünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Bütün tanımlar, tabiatları gereği, birer sınırlamadır. Bir şeyi tanımlamak demek, onun sahip olduğu temel unsurları teyit etmek, ona ait olmayan unsurları ise kapsam dışında bırakmak demektir. Bu yüzden tanım, İslâm dillerinde ‘had‘, Batı dillerinde ‘definition‘ kelimeleri ile karşılanmıştır. Sınırlama olmadan varlıkları tanımlamak ve kavramları tarif etmek mümkün değildir. Klasik mantığa göre en iyi tanım, ‘efradını câmi, ağyarını mâ’ni‘ olan tanımdır. İyi bir tanımın, o kümeye ait bütün unsurları içine alması ve ait olmayan ögeleri de dışarda bırakması gerekir. (…) Klasik felsefenin diliyle söyleyecek olursak biz eşyanın (şeylerin) ancak ‘suret‘lerini bilebiliriz. Saf kuvve (potansiyel) halini ifade eden ‘madde‘, insanın idrakine kapalıdır. Beş duyu aracılığıyla hissettiğimiz nesnelerin fizik özellikleri, bize varlıklar hakkında önemli bilgiler verirler ama bunlar eşyanın mahiyeti, özü yahut kendisi değildir. Herhangi bir varlığı bir nesne, bir şey, bir cisim olarak idrak etmek için kavramsal düzeyde zihnimizde inşa etmek zorundayız. Aksi halde beş duyu aracılığıyla algıladığımız şeylerin, mahsûs (hissedilir) varlıklar olduğunu dahi ispat etmemiz ve temellendirmemiz mümkün olmaz. Bu yüzden madde ‘mahsûs‘, suret mâkûldür (akıl yoluyla idrak edilendir). Bu manâda her tanımlama, tıpkı mahiyet gibi soyuttur. Soyutlama (tecrîd) ise, eşyanın hakikatinden mefhumuna yani kavramsal tasvirine doğru atılmış bir adımdır. Bu yönü itibariyle her tanımlama ameliyesi (pratiği) aslında bizi eşyanın hakikatinden bir adım uzaklaştırır. Zira varlık, soyut ve genel-geçer değil, somut ve hususîdir. (dipnot: Bkz.Fârâbî, Kitâbu’l-Burhân, çev. Ö. Türker ve Ö. M. Alper (İstanbul: Klasik Yayınları, 2008), özellikle üçüncü bölüm.)
Tanım yapmanın mahiyetine ilişkin bu mülahazaları akılda tutarak medeniyeti, akıl ve erdeme dayalı bir dünya görüşünün ve varlık tasavvurunun zaman ve mekân boyutunda tezahür ve tecessüm etmesi olarak tanımlayabiliriz. (…) Öte yandan medeniyeti inşa eden unsurlar medenîlik kriterlerine dayanır: İnsanın kendine, çevresine, âleme ve diğer insanlara karşı medenî bir tutum içinde olması, medeniyetin temelini oluşturur. Medenî olmadan medeniyet inşa edemeyiz.