“Bir Ahlâk Davası Nurettin Topçu”
İsmail Kara‘nın Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayınları’ndan, Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan kaydıyla çıkan bu yeni kitabından yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Nurettin Topçu altmış altı yıllık ömrünü bir muallim, fikir adamı, ahlâk filozofu, Hareket dergisinin kurucusu ve yazarı, bir mürebbi ve sohbet adamı olarak geçirdi. Hayatı ve ‘hareket’leri ile fikirleri arasında uyum arayan, üslup sahibi, etkili ve bereketli bir müellif aynı zamanda. Muhalif fakat yeniden kurucu bir mücadele adamı, sert ve tavizsiz tenkitlerden çekinmeyen bir ahlâkçı, bir mütefekkir…
İnsanı bir şahsiyet, bir ‘ben’ olmaktan uzaklaştıran, şahsî ihtiraslarına yahut cemiyetin-cemaatin değerlerine mahkum eden düşüncelerle, siyasî sistemle, kapitalist dünya görüşüyle ve ideolojilerle olduğu kadar “kendini belli eden sanatla, nümayişçi ahlâkla, kendine güvenen dindarlıkla” daima hesaplaşan bir karakter. Kendini / Müslüman Anadolu’yu merkeze alarak sonsuzluğa doğru hareket ve isyan eden iradeci bir mistik… İsmail Kara bu kitapta fikirleriyle de irtibatlı olarak onun hayatını anlatıyor.” (Bu yazının başlığını oluşturan kitabın arka kapağının dış yüzünden)
“İman iki şekilde gözükür: Çokluğa çevrilen estetik iman, birliğe çevrilen dinî iman. İnsan ruhunun tabii ilerleyişiyle birinciden ikincisine geçilir. Lâkin çok kere sanatkârlar kendi mıntıkalarından aslâ ayrılmayarak sonuna kadar sanatın kendi dinî ve kendi kendine tapınışıyla yaşadılar. Sanatkâr kendi vehmini mukaddesleştiriyor ve bütün ömrünce, sahip olduğu imanı, aşk ile ölüm arasındaki gidip gelmeleri ıztırabına teslim ediyor. Bu gidip gelmeler arasında sanatkârda birçok mistik hallerinin doğduğunu görüyoruz.
Lâkin bizi isyana ulaştıracak olan adım, sanatkârın imanından dindarın imanına götüren ilerleyiştir. Çokluğa iman demek olan sanattan, birliğe iman olan dine geçiş, bizi ahlâkî hayata sokabiliyor. Her dinin esası mistikliktir(tasavvuf). Bu karakter bilhassa ilerlemiş dinlerde bâriz görülüyor. (…) Peygamberler gibi veliler de büyük mistiklerdir. İslâmın tarihi içinde mistik (tasavvufî) hayatın mücadeleleri pek mühim yer tutarlar ve bu unsurlar İslâmın esaslı unsurlarıdır. Mistiklerin dışında ancak taklit şuuriyle takip eden fertleri görüyoruz. İslâmda ruhların derinliğinde başlayıp yine orada sonuçlanan kurtarıcı cihad yine mistik ruhlardan fışkırmıştır. İlahî iradeden ayrılan isyan, yukarıdan beri anlatılan ruhî tekâmüle uygun olmayarak insanı tersine bölüyor, kendini yine kendinden ayırıyor. Stirner’in anarşizmi, Rousseau’nun meflüç ferdiyetçiliği ve Schopenhaur’ın âkıbetsiz bedbinliği, bizim anladığımız manâda, mes’uliyet iradesinden fışkıran, iman kaynaklarından hayat alan ve nihayet ilahî varlıkla birleşmek hamlelerin ifadesi olan isyanın tam zıddıdırlar. (…) Bizim isyanımız, Allah’ın insanda isyanı diye tarif edilebilir ki bu isyan, Hallaç gibi bir Müslüman mistiğin dilinde şu şekilde en beliğ ifadesini bulmuştu: ‘Ben hakikat’im!’ ” (Aynı kitabın Ek 1 İsyan Ahlâkı)
“Eldeki bazı sözlü ve yazılı bilgilere göre Nurettin bey tezini savunduktan sonra Fransa’da kalma teklifleri aldı fakat bunlara itibar etmeyip 1934 yazı sonunda yurda döndü. (…)
Nurettin Topçu tam 40 yıl sadece ‘bir mabede girer gibi’ sınıfa giren ve bütün ciddiyetiyle ders anlatan, ihtimamla talebe yetiştiren bir muallim olarak kalmadı, bir fikir ve mücadele adamı olarak eğitim sisteminin bütün meseleleriyle yakından ilgilendi ve döneminin aydınları arasında maarifle alakalı metin kaleme alanlar içinde ön sıralarda yer aldı. 1939 yılı başında çıkarmağa başladığı Hareket dergisinde yazdığı ilk uzun yazılardan biri ‘Muallim’ başlığını taşır. Ayrıca Felsefe grubu dersleri için ders kitapları yazdı. Çoğu Türkiye’nin Maarif Davası kitabında bir araya getirilen eğitimle ilgili bu yazıların adetlerinden ve hacimlerinden metoduna, muhtevalarına; iddia, tenkit ve tekliflerine intikal edildiğinde istisnai bir emek, yoğunlaşma ve bugüne intikal etmiş bir birikimle karşılaşacağı şüphe götürmez. Felsefî ve millî bir karakter ve radikal tenkitler, teklifler taşımaları itibariyle yazıların eş zamanlı olarak benzerlerinin pek olmadığı söylenebilir. (…)”
No Comments