“Çağdaş Küresel Medeniyet Anlamı/Gelişimi /Konumu
Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudi Medeniyeti ”
İki başlıklı, merhûm Ş. Teoman Duralı‘nın (d.1947-v.2021) dergâh yayınlarından çıkmış (Birinci Baskı: Kasım 2000) kitabının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“(…) Çalışmanın hem taşıdığı savın mâhiyetini hem de ele aldığı sorunlar ile konuların anlam bütünlüğünü daha sağınca yansıtacağını düşündüğümüz “Çağdaş Küresel Medeniyet” adını kitaba üst başlık olarak uygun görüyoruz. Üst başlığın yanı sıra, “Çağdaş Küresel Medeniyet“in konuca işlenişi ve bunun tabiî sonucu olarak bölümler ile alt bölümlerin başlıkları da “…Çağdaş İngiliz-Yahudî Medeniyeti“nkisinden farklıdır. Her şeyden önce, “Çağdaş Küresel Medeniyet“te öne sürülüp savunulan savın arka planı ile gerekçelerini oluşturan tarihe ilişkin tesbitler ile açıklamalar, “…Çağdaş İngiliz-Yahudî Medeniyeti“nde yer alanlara oranla bir hayli fazladır. Tabii, şurası da var ki, anılan iki kitabın ana fikri yahut savı birdir, aynıdır. İmdi, aynılık ile farklılık hususlarını gözönüne aldığımızda, “Çağdaş Küresel Medeniyet” in, “…Çağdaş Cihanşumûl İngiliz- Yahudî Medeniyeti” kitabının artık yalnızca, gerek tâlî savları güçlendirilmiş gerekse konuca çeşitlendirilmiş devâmı olduğunu görürüz.” (Çalışmanın Mâhiyeti Hakkında başlıklı bölümden. s.15)
“a) Tarihte ilk defa yeryüzünün dörtbir yanında hayatı etkileyip belirleyen bir medeniyet olayıyla karşı karşıyayız; hattâ iç içeyiz demek daha yerinde olur. Bu medeniyeti öz tabiatına uygun tarzda adlandırmamışlığımız, genelde, dünya çapında, öncelikle de Türkiye’de ona ilişkin açık bir fikrimizin oluşmamasına yol açmaktadır. Kâh Batı, kâh Avrupa… zaman zaman da çağdaş diyoruz. Bunlardan ‘Batı’ yön belirtir; ‘Avrupa’ coğrafyaya; çağdaş ise tarihe ilişkin sözlerdir. Oysa bizim burada gereksediğimiz, medeniyete alem(alâmet) olacak sözdür. b) Tarihin önde gelen medeniyetlerinin yer almış olduğu geniş mekân Avrasya anakarasıdır. Afrika ile Amerika’nın tersine, Asya ile Avrupa, coğrafî bakımdan birbirinden bağımsız kıtalarmış görünümünü sunmazlar. Birbirlerinden sadece sînelerinde oluşmuş ve tarihe damga vurmuş medeniyetlerden türemiş beşerî ilişkiler yumağı ile zihniyetlerin derin farklılıklarından ötürü ayrılmışlardır. Asya’nın en doğusu ile güney doğusunda Beşinci bine doğru yer almağa başlayan pirinç tarımı dolayındaki yerleşim, Doğu medeniyetleri câmiasının beşiği olmuştur. Asya’nın güneybatısında yine Beşinci bin dolaylarında buğday ile arpa ekiminin vuku bulduğu havalilerdeyse, bu defa, Batı medeniyetleri câmiasının öncüsü Sümer kültürünün biçimlendiğini görüyoruz. Şu son andığımız mahalden peyderpey Mesopotamya, Mısır, Doğu Akdeniz -Fenike, Filistin ile İsrail-, Hırıstiyan ile İslâm ve nihâyet Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetleri çıkıp serpilmişlerdir. 1400lerin sonlarından itibaren Hıristiyan medeniyetinden türeyen, 1600’lerin ikinci yarısından sonra ona yeğinlikle karşı çıkarak biçimlenmeğe koyulan Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, kendi devâmı sayılabilecek birini de bilkuvve (potansiyel olarak) bağrında taşımaktaydı. Avrasya’nın doğu yakasındaki Doğu medeniyetleri pek uzun soluklu olmuşlardır. Batıdakilere gelince; bunlar, Doğululara oranla daha kısa ömürlüdürler.” (“İngiliz-Yahudî Terkibinin Anlamı” başlıklı bölümden (s.20)
“(…) Tektanrılı Vahiy Dinî ile Felsefe-bilim sisteminin neşvünemâ bulduğu zemin olması itibârıyla Batı medeniyetleri câmiası, tarihte eşsiz benzersiz bir mevkii işgal etmektedir. Bunlardan ilkini Sâmî kavimlere, ikincisiniyse Ârîlere borçluyuz. Tektanrılı Vahiy dinlerinin ilki Yahudiliktir; ana örneğiniyse İslâm teşkil eder. İslâm’ın temsil ettiği ve varlık verdiği ölçüde Tektanrılı Vahiy Dinî ile Eskiçağ Ege medeniyetinde biçimlenmiş Felsefe-bilim sistem geleneği, müteakip medeniyetler üzerinde çeşitli etkiler icrâ etmişlerdir. Yapısal özellikleri yüzünden Katolikliğe yaslanmış Hıristiyan Ortaçağ Avrupa medeniyeti kendi toplumsal ve siyasal bünyesinde benzersiz çalkantılar ile çatışmalara, tam manâsıyla bir cedel sürecine sahne olmuştur. Birinci ve en şiddetli raddede mücadele Ruhbân dinadamları ile Ruhban-olmayan zümreler arasında vuku bulmuştur. Bunun yanısıra dindışı-dünyevî zümrenin kendisi de, Ortaçağın erken devirlerinden / Onuncu yüzyıldan itibaren kendi içerisinde yeğin çıkar çatışmalarına tanık olmuştur: Hükümdar -asilzadeler- derebeği-toprak zâdegânı. Bu durum ise, Ortaçağın sonları ile Yeniçağın başlarında -demek ki, 1400lerle birlikte- kendisini belirgince gösterecek olan sınıf farklılaşmasının kaynağını oluşturmuştur.” (s.21) Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, Hıristiyan Ortaçağ medeniyetinin tabiî organik uzantısı, devâmı yahut türevi olarak değil, öncelik ve özellikle Ruhbân ile Ruhbân olmayan zümreler arasındaki yeğin çekişmenin sonucunda ona tepki şeklinde varlık bulmuştur. Elbette anılanlardan ikincisinden birincisine değerler intikâl etmiştir. Ne ki, Ortaçağdan Yeniçağa etki, daha çok, olumsuz anlamda olmuştur. Fransa hariç, Germen dillerini konuşan Yeniçağın Batı ile Orta Avrupası, Latin dillerini kullanan Ortaçağın Roman Güney Avrupasının din esaslı değerler manzûmesini alaşağı ederek ilkece Tanrı çıkışlı dini gündemdışı kılıp onun yerine insan dimağının ürünü felsefî temeller üstünde kendisini inşâ etmiştir.” (s.21). “İngiliz-Yahudî medeniyetine gelince; o, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin tabiî organik devamı olarak da görülebilir. Yeniçağda başgöstermiş olan Islâhât, İnsancılık ile Aydınlanma Devrimcilikleri, İngiliz-Yahudi Medeniyeti çerçevesinde temellenerek kurumlaşmışlardır. Başta dinî-siyâsî-toplumsal hareketler olarak temâyüz etmişken (kendini göstermişken), İngiliz-Yahudî medeniyetinde iktisadî-siyasî kurumlaşmaların -felsefeden türetilmiş- ideolojik temelleri hâline gelmişlerdir. İşte gerek Yeniçağ dindışı Batı Avrupa gerekse ondan türemiş ve çok daha keskince, belirgince biçimlenmiş olan Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyetleri, insanın biçimselci düşünme-bilme yetisini esas almışlardır. Bütün öteki kültürler ile medeniyetlerin benimsemiş bulundukları Tanrıcı ve doğayıaşkın dayanak yerine, insancı- dünyacı pâyandayı gündeme sokmuşlardır. Yeniçağ dindışı Batı Avrupa’nın kurumlaşmış felsefesi, Rene Descartes’ın (1596-1650) çığır açıcı res extensa kavrayışını (Fr&Ing conception) esas almak ve bu kavrayışın gereği olarak da, bilimin -aklî klasik mekaniğin- işleyişini örneksemek suretiyle hayatın ve dünyanın tüm köşe bucağını izah etmeğe kalkmıştır. Buradan da Maddeci-Mekanistik dünya tasavvurunu üretmiş ve nihâyet adı geçen dünya tasavvuru üstünde belirlenimi gevşek kalmış, demek ki, sıkı sıkıya tanımlanmamış bir ideoloji olan İnsancılık- dünyacılığı inşa etmiştir. Onu Secularisme-Positivismein diğer bir ifadelendirilişi şeklinde kullanıyoruz. İngiliz-Yahudî medeniyetindeyse, insancılık-dünyacılık, ideoloji olma vasfını kaybedip dünyagörüşü hâline gelmiştir. Adı anılan dünyagörüşünün içerisiyse insanın maddî ilişkiler ağıyla doldurulmuştur. (…) Bu derekede mütâlaa ettiğimizde de, insanı, İslâmî bir deyişle, beşere indirgemiş oluruz. (…) Alışılagelinmiş iktisatta, varolan, temel ihtiyaçlara göre üretilir. Buradaysa ilkin ihtiyaçlar üretilir; başka bir deyişle tüketim kamçılanır. Kamçılandıkça tüketim artar. Bu gidişin biricik hedefiyse durmadan dinlenmeden yükselen kâr paylarıdır. (…) Üretim için zorunlu olan para miktarınaysa sermaye diyoruz. (…) İşte, üretimin anahtarı demek olan para miktarını toplayıp elde tutmak ve kâr payını dahi durmadan artırmak esasına dayalı ideolojinin adıysa Sermâyeciliktir (Fr Capitalisme).” (s.21-22-23)
No Comments