“Cahillerden yüz çevir”(el-A’raf 7/199)/

 

Fütûhât-ı Mekkiyye (müellifi: Muhyiddin İbn Arabî, Çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık İstanbul 2012, 18. Cild, s.166-167’den birkaç alıntı bu yazıyı oluşturacak.

“Mutlak anlamda yüz çevirmek, olabilecek bir şey değildir; çünkü mutlaka bir yöne yönelmek gerekir. Demek ki sadece özel bir yüz çevirme halinden söz edilebilir. Yüz çevirmenin bir kısmı kınanmış, bir kısmı da kalplerdeki en çetin ve şiddetli hastalıktır. Şöyle demiştir: Allah’ın kendisine delil olarak âleme yerleştirmiş olduğu âyetlerinden yüz çevirmek, insafsızlığa ve değersiz arzulara uymuş olmanın delilidir. Bu davranış, -Allah’tan hesap etmediği bir ihsan ve fazilet ortaya çıkmadıkça- insanda kökleşmesinin ardından sahibinin iyileşemeyeceği bir hastalıktır. Hesapsız ihsan ortaya çıktığında ise kişi bir ilaç kullanmak arzu eder, ne ki artık ilaç fayda vermez. Bu hale misal olarak güneşin battığı yerden doğmasının ardından tövbe etmeyi verebiliriz. Daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış kimseye imanı fayda vermez.(el-En’âm 6/158) Âyette zikredilen imân umutsuzluk, can çekişme ve ölümü görme vaktinde gerçekleşen imandır. Şöyle demiştir: Allah’tan yüz çevirmek düşünülemeyeceği gibi mutlak anlamda yaratılmışlardan da yüz çevirmek söz konusu değildir. Hâl böyleyken aradaki fark nedir? Bunlardan birisi de şu bahistir: Gayeler nefiste bulununca / Nefs sahibi ise hastalıklar izler kendilerini / Hiçbir kerim insana ulaşamaz onlar / Çünkü kutsiyet mertebesinden elemler yerleşir ona / Kuşkusuz ki onların yaratılmış âlemde sadmeleri var / Gayret edene ve bıkkına yerleştiklerinde Gayelerin övülmüş kısımlarından birisi yüz çevirmektir. Şöyle demiştir: Allah’ın zikrinden yüz çevirenden sen de yüz çevirmelisin. Bu durum Cahillerden yüz çevir’ (el-A’raf 7/199) âyetinde ifade edilir. Allah’ın zikrinden yüz çeviren yüz çevirmiş biridir. Sen de kendisinden yüz çevirirken gerçekte onun niteliğini kendisine izhar etmelisin . Belki bu sâyede yaptığı işin farkına varır. Çünkü bir insandan yüz çevirmek onu küçümsemek ve ona değer vermemek anlamı taşır. Halbuki insan sahip olduğu İzzet duygusu nedeniyle birinin kendisinden yüz çevirmesine tepki gösterebilir. Böyle bir durumda sana tepki gösteren, ona karşı koyduğun için sana tepki göstermiş ve karşı çıkmıştır, ondan yüz çevirdiğin için değil! Senden yüz çevirenin ardından gitmek, onun daha uzaklaşmasını ve sana iltifat etmemesini sağlar. Buna mukabil sen de yüz çevirir, sırtını dönersen ve ardında senin adımlarını hissetmez ve onu takip etmediğini anlarsa, kendi başına kalır ve niçin yüz çevirip iltifat etmediğini, senin de niçin ardından gitmediğini düşünmeğe başlar. Bu düşünmenin ardından, sen bir nur sahibi olduğun halde, dikkatle senin hakkında da düşünür. Sen bir nur sahibi- sin ve dolayısıyla nurundan ona vermen gerekir. O da seni kendi işinde sabit durmaya çağırır. Bu da Allah’a çağıran kişilerin yüz çevirmesi demektir.Bunlardan birisi de şu bahistir:

Zikrin zikri tuzaktan emin Benden o zikir zikredilmek üzere olunca Delilin ihsânından söz ettiği kimseye söyle Zikrin zikri tuzaktan emin

Zikrin zikri tuzak ve mekirden emindir. Şöyle demiştir: Zikrin zikri hamdin hamdi gibidir. Hiç kuşkusuz hamdin hamdi en doğru ve dürüst hamd olduğu gibi zikrin zikri de en faydalı ve en doğru zikirdir. Çünkü zikir seni zikrettiğinde, makamından seni zikreder. Onun makamı yüce ve azizdir. Sen de o esnada onu zikredersin. Bu durumda zikir -Hakkı mülkün mülkü diye isimlendirdiğimiz gibi- meydana gelir. ‘Bu hâl, senin bu ilâhî isme vâris olmandır.’ Şöyle demiştir: ‘Sıfatlar bedenlenip suretlerde ortaya çıktıklarında, zikir en güzel sûretli ve en ulvî mertebeye sahip olarak tezahür eder. Çünkü ondan daha üstün bir şey yoktur. Bunun nedeni Hak’tan elimizde sadece zikrin bulunmasıdır. Allah Ben benizikredenle beraberimdemiş, O’nun zâtı zikre dönmüştür.Bunlardan birisi de şu bahistir: Dikkat edin! Hakk’ın niteliği yaratılmışta zuhur eder / Önceliği elde etmek söylediğim sözde ortaya çıkar. Kulun hali böyle olunca Fani olur baki kalmaz

Hakk’ın niteliğinin öne çıktığını gören kişi, haddini aşmaz ve ileri geçmez. Şöyle demiştir: Arif Hakk’ın niteliklerinin zuhur ettiği yer olması itibariyle baktığı şeye bakışını yoğunlaştırır, o niteliğin tezahür ettiği yeri yüceltir. Bununla beraber mahal, yüceltmenin kendisine ait olduğunu zannedebilir. Bilgili insan bir de hikmet sahibiyse, mahalle gelip onu yok edebilecek böyle bir davranış nedeniyle sıfatı orada yüceltmemelidir. Aksi halde kınanması gerekir, yoksa azaba maruz kalır. (…) Allah’ın karşısında bilhassa O’na göre bulunmalısın ki, O’nu bilmede en üstün mertebeyi elde edebilesin.

“Günahı nedeniyle istiğfar eden bilgisiyle amel etmiştir.”

Zulmüm ve hatalarım nedeniyle bağışlanma dilerim / Her ikisinden de Allah karşısında utanırım / Ben razı edeyim diye Rabbime yöneldim / Allah ‘insan aceleden yaratıldı buyurdu

“İki tür zâlim vardır, birisi kendisi nedeniyle zâlim; diğeri, kendine zalim! Kendine zalim olan, Hak’tan mağfiret talep eder. Kendisi istiğfar etmezse bile, ona mağfiret edilir. Bununla birlikte Allah ona istiğfarı emretmiştir.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked