Uncategorized Posts

Ömer Türker’in ‘Evrim Risalesi’ kitabının Önsöz ve Giriş bölümlerinden alıntılar

 

Çalışmaları metafizik ve bilgi teorisi üzerine yoğunlaşmış olan Prof. Dr. ÖMER TÜRKER ‘in KETEBE Yayınları’ndan (1. Baskı Eylül 2023 İstanbul) çıkmış “Evrim Risalesi İslâm Düşünce Geleneğinden Hareketle Bir Değerlendirme” kitabının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Bu kitapta evrim teorisinin kapsamlı bir anlatısı hedeflenmediğinden tartışmayı mümkün kılacak şekilde icma edilen (toplanılan) görüşler esas alınmıştır. Bu sebeple başlangıçta oldukça muhtasar (kısaltılmış) şekilde evrim teorisinin bir anlatısı verilmiş, ardından İslâm düşünce geleneklerinden hareketle teorinin temel iddialarının ayrıntılı bir tahliline geçilmiştir. Kitabın Türkiye’de hem genel olarak İslam düşüncesinden hareketle çağdaş sorunları ele alma yolundaki araştırmacılara hem de özel olarak evrim teorisinin daha isabetli bir zeminde tartışılmasına katkı sağlamasını diliyorum. (…)” (ÖNSÖZ’den, Ömer Türker)

“(…) Medeniyet kelimesi, bir arada yaşayan insanların karşılıklı ilişki içinde geliştirdikleri bütün olgulara işaret eder. Bu olguların gücü ve değeri, dayandıkları bilginin açıklama gücünden kaynaklanır. Dayandığı bilginin açıklama gücü bulunmadığına inanılan hiçbir medenî olgu varlığını idame ettiremez. Bazen bu inanç yanlış bile olabilir. (…) Dolayısıyla medeniyetin tarihi gerçekte o medeniyetin kurumlarını inşa eden bilimler ile bu bilimlerin uygulamasını ifade eden tecrübenin tarihidir. (…) Evet, bilimsel olmakla nitelenmeğe elverişli olmayan bir kısım inançlar vardır. Bu inançlar, medeniyetteki davranış tarzlarını doğurur veya onlara yön verir. (…) Bazen Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi inançlar bilim statüsü elde eder; bu sebeple bilimsel görüşler kendisini kabul ettirmek için bu inançlarla yani sözde bilimsel bilgiyle uyumlu hale gelmek zorunda kalabilir. Bilim ve düşüncenin tarihi, muhtemel durumların neredeyse tamamının örneklerini barındırır.

Fütûhât-ı Mekkiyye-11.Cild, Üç Yüz Yirmi İkinci Bölüm’den Alıntılar

 

Bu Bölüm Hakk’ı Halk Karşılığında Satan Kimsenin Menzilinin Muhammedî Mertebeden Bilinmesi Hakkındadır.

Bütün yaratıkların bir önder etrafında toplanması / Tek ilah’ın varlığına bir delil

İlah’tan başkasının O’nun makamını elde etmek istemesi / Hayâlin bozukluğunu gösteren bir delil

Heyhat! Tek bilgi nerede! / Görünendeki nispetleri kabul etmeyen

Doğru akıl kabul etmez / Zait varlığında şeriatın verdiğini (zait: artan, artı)

Fikrin girdiği konu bunun dışında / Çekimserler benzer inkârcıya

İnsanlar akıllarından başkasına ibadet etmez / İnsanlar müslüman ve inatçı diye ayrılmış

Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘İlahınız tek ilahtır.’ (en-Nahl 16/22). Başka bir âyette ‘Yerde ve gökte Allah’tan başka bir ilah olsaydı, bozulurlardı.’ (el-Enbiya 21/22) Başka bir âyette ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ (el-Bakara 2/30) buyurdu. Hz. Peygamber, ‘İki halifeye biat edilirse, diğerini öldürün’ demiştir. Başka bir hadiste ‘Halife Kureyş’tendir’ buyurdu. Kureyşlilik, birleşme ve toplanma demektir. Bu kabile bütün kabileleri bir araya getirdiği için, ‘Kureyş (birleştiren)’ diye isimlendirilir. Başka bir ifadeyle Kureyş, bir kabileler topluluğudur. Buradan hareketle kırş (bir köpek balığı türü) denilen bir deniz hayvanı vardır. Onu görmüştüm, toplu ve etli bir balıktı. İmam da öyledir. İmam ve önder, kendisini halife atayanın tüm özellikleriyle nitelenmemişse -ki bu özelliklere üzerlerine halife olarak görevlendirildiği kimseler muhtaçtır-, onun halifeliği geçerli değildir. Öyleyse halife, bir toplanan birdir ve onun birliği, çokluk birliğidir. Ona ait gün, Cuma’dır. Cuma şehirde tek bir imamın etrafında toplanma günüdür. Ona ait hâl namazdır. Namazı cemaat içinden bir imam kıldırır. İmam onların ‘karii’ olmalıdır. Yani Kur’ân-ı Kerîm’i kendinde en fazla ‘toplayan’ olmalıdır. Yükseklik mertebelerinden ona ait olan, nur ilimleridir. Bununla birlikte makamı sır ilimlerini kendisine vermez; fakat bu durum onazarar vermez. Çünkü namaz nurdur ve nur sâyesinde doğru yol bulunur. İmam’ın da nur ve ışık sahibi olması gerekir. İmam bu nur vasıtasıyla karanlığı açar ve Allah’ın kendisini görevlendirdiği âlemde bu nur vasıtasıyla yürür. Köylerde ve şehirlerde âlemin himmetleri ya da cemaatin himmeti, bir başkanları olması hususunda birleşir. Hepsi o başkana yönelir ve onun emri altında bulunurlar. Hz. Peygamber bir savaşçı bölüğü gönderdiğinde, iki adamdan oluşsa bile birisini başkan yapardı. Bu, özel bir bilgiye sahip değerli bir makamdır. Bu bilgi her kimde bulunursa, onun imam ve önder olması gerekir.

Sadreddin Konevî’nin Esmâ-i Hüsnâ Şerhi’nden alıntılar

 

Müellifi Sadreddin Konevî olan, Ekrem Demirli tarafından tercüme edilen, İZ Yayıncılık’tan 4. Baskısı 2011’de çıkan bu eserin İlâhî İsimlerin başlıklarını teşkil ettiği bölümlerin bazılarından yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Allah’ın rahmeti, Hakk’ın kendisini en büyük müjde ile gönderdiği kimsenin üzerine olsun. Allah, onu en uzak ve en yakında bulunanlar için rahmet (dipnot: Biz seni âlemlere rahmet diye gönderdik. (Enbiya, 21/107) kılmış, böylelikle o, gaflet halinde susamış kimselere en tatlı içeceği sunmuş, nasihatlerinin kâseleriyle muhabbet şurupları ile o insanları sulamıştır. Salât ve selâm, o zât’ın aile ve dostlarının üzerine olsun. O’nun ailesi, âhiret ve dünyanın efendileri, dostları ise, hidâyet ehli için yol klavuzlarıdır.”

İlahî isimler , var olan şeylerin maddeleri ve mümkünlerin asıllarıdır; hiçbir şeyin zuhûru bu isimlersiz mümkün olmadığı gibi, imkân âleminin kâideleri de, ancak onlara dayanarak sâbit olabilir. Şâyet ilâhî isimlerin hükümleri ve bu isimlerin tasarrufları olmasa idi, kevn’in (acun, kozmos) varlığı adına hiçbir isim ortaya çıkmaz, bir resim zuhûr etmezdi. Hal böyle olunca, uzun yıllar akşam-sabah tilavetleriyle ilgilendiğim ve okuma esnasında ünsiyet içeceklerinin kâseleri ile mesrûr olduğum için, bu ilâhî isimlerin açıklanabilecek bazı sırlarını ortaya çıkartmak ve hakîkatlerinden mümkün olabilecekleri izaha dönük şevkim artmıştır; bu isimlerin okunması, her türlü başarı ve kurtuluşu temin eder. Bunun üzerine, Allah’tan hayırlısını nasip etmesini diledim; O, “dilediğini yaratır ve seçer, onların ise ihtiyârı (seçmesi) yoktur. (dipnot: Kasas sûresi 28/68)

Allah bana ilham edip, teyit ettiğinde ise, bu isimlerin hakîkatlerinden ihsân şeyler kaydettim; bu, vakit hükmünün gerektirdiği şekilde zevk ve işâret ehlinin diliyle olmuştur; zevk ve işâret ehli, ulvî himmetlerin ve erdemli nefislerin sahipleridir. Yoksa, bu sırları düşük derecede bulunan nazar mensuplarının mertebelerinin diliyle ifade etmedim. Çünkü Rabbu’l-erbâb’ın isimlerinin sırlarının ortaya çıkartılması, sakınanlar için bir yol gösterme, akıl sahiplerinin ruhları için bir gıda; Gaybları bilenin sıfatlarının hakîkatlerinin izhârı da, erbabü’l-kulub olan insanların gönüllerindeki derde şifadır.

İsmet Özel’in SİSTEMİN DESPOTİZMİ Başlıklı Yazısından birkaç alıntı

 

“Bir toplumda fertler birbirinden uzaklaştıkça o toplumda müesseseler gürbüzleşir.”

“Kolomb Avrupalılar hatırına yeni bir kıta keşfettiğini bilmeden öldü.”

“Eğer karnımızı doyuracak şeyi satın alabilecek mali güce sahip değilsek millet olarak bize bağımsız denilemez.”

“Savaşa benzer sahneler dolayısıyla Batı gerekçesi ne olursa olsun hem Ukrayna’nın hem de İsrail’in ipoteği altındadır. Bu yüzden Ukrayna Nato’da yer almağa can atıyor ve İsrail Birleşmiş Milletler’i umursamıyor. Hariçten gazel okumanın kimseye faydası yok. (…)”

“İlerlemenin dünyayı talan etmekle eş anlama geldiğini bilmeyen kalmadı.”

“Tutturacağımız doğru bir yol olduğu Kur’an-ı Kerîm’in nazil oluşundan beri barizdir. Neden yerküre üzerinde hiçbir zümre doğru yolda değil?”

“Çünkü dünya sisteminin bizi belâlardan koruduğuna kanaat getirmişiz. Eğer birimiz kâfirler necistir diyecek olursa onun yüzüne tuhaf tuhaf bakılacağı gün gibi âşikâr.”

“Kendimize çelme taktığımız için ağlayacak yüzümüz yok.”

(İsmet Özel’in 4 Cemaziyelevvel 1446 (6 Kasım 2024) tarihli SİSTEMİN DESPOTİZMİ başlıklı yazısından birkaç alıntı)

“Dünya Görüşü Ve Varlık Tasavvuru”

 

İBRAHİM KALIN‘ın BARBAR-MODERN- MEDENÎ / MEDENİYET ÜZERİNE NOTLAR (İNSAN YAYINLARI) Kitabının, bu yazının da başlığını alıntı olarak teşkil eden bölümünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Bütün tanımlar, tabiatları gereği, birer sınırlamadır. Bir şeyi tanımlamak demek, onun sahip olduğu temel unsurları teyit etmek, ona ait olmayan unsurları ise kapsam dışında bırakmak demektir. Bu yüzden tanım, İslâm dillerinde had, Batı dillerinde definition kelimeleri ile karşılanmıştır. Sınırlama olmadan varlıkları tanımlamak ve kavramları tarif etmek mümkün değildir. Klasik mantığa göre en iyi tanım, efradını câmi, ağyarını mâ’ni olan tanımdır. İyi bir tanımın, o kümeye ait bütün unsurları içine alması ve ait olmayan ögeleri de dışarda bırakması gerekir. (…) Klasik felsefenin diliyle söyleyecek olursak biz eşyanın (şeylerin) ancak suretlerini bilebiliriz. Saf kuvve (potansiyel) halini ifade eden madde, insanın idrakine kapalıdır. Beş duyu aracılığıyla hissettiğimiz nesnelerin fizik özellikleri, bize varlıklar hakkında önemli bilgiler verirler ama bunlar eşyanın mahiyeti, özü yahut kendisi değildir. Herhangi bir varlığı bir nesne, bir şey, bir cisim olarak idrak etmek için kavramsal düzeyde zihnimizde inşa etmek zorundayız. Aksi halde beş duyu aracılığıyla algıladığımız şeylerin, mahsûs (hissedilir) varlıklar olduğunu dahi ispat etmemiz ve temellendirmemiz mümkün olmaz. Bu yüzden madde mahsûs, suret mâkûldür (akıl yoluyla idrak edilendir). Bu manâda her tanımlama, tıpkı mahiyet gibi soyuttur. Soyutlama (tecrîd) ise, eşyanın hakikatinden mefhumuna yani kavramsal tasvirine doğru atılmış bir adımdır. Bu yönü itibariyle her tanımlama ameliyesi (pratiği) aslında bizi eşyanın hakikatinden bir adım uzaklaştırır. Zira varlık, soyut ve genel-geçer değil, somut ve hususîdir. (dipnot: Bkz.Fârâbî, Kitâbu’l-Burhân, çev. Ö. Türker ve Ö. M. Alper (İstanbul: Klasik Yayınları, 2008), özellikle üçüncü bölüm.)

Tanım yapmanın mahiyetine ilişkin bu mülahazaları akılda tutarak medeniyeti, akıl ve erdeme dayalı bir dünya görüşünün ve varlık tasavvurunun zaman ve mekân boyutunda tezahür ve tecessüm etmesi olarak tanımlayabiliriz. (…) Öte yandan medeniyeti inşa eden unsurlar medenîlik kriterlerine dayanır: İnsanın kendine, çevresine, âleme ve diğer insanlara karşı medenî bir tutum içinde olması, medeniyetin temelini oluşturur. Medenî olmadan medeniyet inşa edemeyiz.