“Din Esaslı Âlem Anlayışından Dindışı Dünya Görüşüne”
Ş. Teoman Duralı‘nın ÇAĞDAŞ KÜRESEL MEDENİYET Anlamı/Gelişimi/Konumu Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz – Yahudî Medeniyeti isimli Dergâh yayınları’ndan çıkmış (Birinci Baskı: Kasım 2000) kitabın bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden bölümünden (A) yapacağım bazı alıntılamaların oluşturacağı bir yazı olacak bu.
“Müslümanlık, bireyin olduğu kadar toplumun da yaşama tavrı ile üslûbunu tümüyle belirler. Bundan ötürü, Müslümanlaşmış toplumların özellikleri arasındaki farkların zamanla en aza indiği bir tarihî gerçekliktir. Bu gerçeklik, Onsekizinci yüzyıldan itibâren Batı Avrupa’dan çıkıp yeryüzünün dörtbir yanına yayılan Milliyetcilik akımlarının, İslâm âlemini de etkileri altına alıncaya değin sürüp gelmiştir. Haddızâtında, Arnavutlar ile Boşnaklar gibi, Müslümanlaşmış olanların dışında kalan Avrupalı toplumlar, kavmî ile mahallî özelliklerini Hırıstıyanlaştıktan sonra da sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan 1789 İhtilâlikebîrle (Büyük ihtilâlle) Milliyetcilik, dağınık, yine de kendini hep duyuran bir hâlden toplumları bütünüyle belirleyen etken olmağa dönüşmüştür. Nitekim ihtilâlikebîrin, millî tolumdan murad ettiği biçimbirliğine (Fr uniformite) eriştirilmiş, kuralı bozacak unsurlardan, istisnâlardan temizlenmiş toplumdur. Sonuçta, öncelikle Kavmî Milliyetcilik, bağrında farklılıkları, değişken unsurları barındırmayan tekbiçimli (uniforme) toplum oluşturma ülküsünün takipcisidir.
Toplumların kavmî ile mahallî özellikleriyse, Avrupanın kilisedışı dünyevî vechesi olarak temâyüz etmiştir (kendini göstermiştir). Daha ilkçağda Avrupa, bir yanda Roma’nın siyasî ile medenî hâkimiyetindeki Latin dünyası ile onun kuzeyinde sık, soğuk ormanlarda yaşayan Germenlerin yurdu şeklinde cepheleşmiştir. Hıristiyanlığın kabulünden sonra, başta Katolikliğin merkezi İtalya- Vatikan olmak üzre, Latin Güney batı Avrupa, kilisenin tanrısal kudretini, inişli çıkışlı dahi olsa, aşağı yukarı Onaltıncı yüzyıl ortalarına değin kıtanın her tarafına duyurmuştur. Anılan yüzyılda, Kilisenin sarsılmaz diye kabul olunan dinî-uhrevî kudretine, başta Almanya olmak üzre, öncelikle kuzey ülkelerinden gelen dünyevî yahut en azından yarı-dünyevî nitelikli meydan okumalar, hız ile güç kazandırmışlardır. Böylelikle öteden beri az yahut çok hüküm süren Latin-Germen sürtüşmesi daha bir şiddetlenmiştir.
Anaörneğini İslâmda bulduğumuz Tektanrılı Vahiy dininin zihniyeti ile kavram dağarını üstlenen Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, dine -Hıristiyanlığa- ‘sırt çevirmiş’tir. Bengisuyunu (OsmT âbıhayat) Doğaüstü pınardan temin etmediğini öne sürerek, Onaltıncı yüzyılın sonlarından itibaren, tarih sahnesine çıkan ilk ve tek medeniyet odur. Baştan aşağıya felsefîleşmiş medeniyet olmakla birlikte, felsefenin ana odağı olan metafiziğini, özellikle Onyedinci yüzyılın sonlarından itibâren, din temeline dayandırmağı reddetmiştir. Hayatın en üst değerleri ve aslında dinî terimler olan akıl ile vicdân, başlıbaşına, muhtar birimler olarak kabul olunmuşlardır. Başka deyişle, kendinden menkûl hakîkatlar olarak görülür olmuşlardır; Vahiy nevinden doğaüstü mercie uzanan bağları kesilmiştir. Böylelikle de kısır daireye hapsolunmuştur. İnsanda düşünülebilecek en genel, zorunlu ve soyut çerçevelerin -fikir- yer aldıkları ve aralarında düşünme kurallarına, yâni mantığa uygun bağların kurulduğu orun (placement) tarzında tanımlanan akıl nereye dayanır, sorusuna, yine aklın kendisine cevabı, akla aykırıdır. (…)
Toparlarsak: Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, insana başvuracağı ilk, en güvenilir, sağlam ve son mürâcaat mevkii olarak aklı göstermiştir. Akıl, tektir, eşsizdir. Bütün insan hâl, hareket ile işlerini o tayin eder. Buna karşılık, onu kendisinden özge hiçbir güç, kudret ile merci belirlemez. Bu mutlak durumu arzeden aklın keşfine Yenidendiriliş denmiştir. Akıl, insandadır. Onun dışında, ondan bağımsız bir kudret mercii değildir. Mademki akıl insana mahsûs bir meleke, yetidir; öyleyse, insan, aklından dolayı kendisine yöneleceği ilk, en güvenilir, sağlam ve son mürâcaat mevkii olarak yine kendisini ilân etmiş oluyor. Bu düşünce tarzı ile tavrına İnsancılık denilir. (…) Bahse konu ‘din’in iki ana mezhebi vardır: Ya birey olarak kişi kendisine tapıyor ya da tümden insanlığa. Bu ayrım aslında Yeniçağ dindışı Batı Avrupa ile Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudî medeniyetlerinin temel farkına işaret eder. (…)”
No Comments